29 Ağustos 2010 Pazar

Kristaller Doğadaki Eşsiz Birer Kusursuzluk Örneğidir


3 cm’nin milyonda biri kadarlık bir kısımda oluşan, bir katı maddenin toz haline gelmiş en küçük zerreciklerinde bile varlığını sürdüren, muhteşem düzene sahip kristaller, yaşantımızın her yerindedir. Yeryüzünün bütün katı kabuğu, kusursuz düzendeki atomların oluşturduğu bir kristal yüzeydir. Dolayısıyla bir insanın ayak bastığı hemen her yerde, düzgün geometrik şekillerle birbirine bağlanan ve kesintisiz olarak ilerleyen üstün bir simetri ve estetik hakimdir. Bazı insanları yanıltan ise, bu üstün sanatı çıplak gözle göremiyor olmalarıdır.

Kar taneleri, bir başka kristal mucizedir. Birbirleriyle gevşek bir şekilde bağlanarak bir kar tanesini meydana getiren kristaller, birbirlerinden öyle farklı geometrik şekillerde oluşurlar ki, birbirine benzeyen bir çift kar tanesinin meydana gelme ihtimali oldukça zordur. Her yıl karşılaştığımız kar miktarını düşündüğümüzde veya karın hiç eksilmediği kutup bölgelerini dikkate aldığımızda, Allah (cc)’ın sergilediği üstün sanatı çok daha iyi anlayabiliriz.

Kar tanelerindeki farklı kristal yapının sebebi su molekülünün kendine has moleküler özelliğidir. Tüm su moleküllerinin yapısı temelde aynı olmasına rağmen bu moleküller bazen birbirinden farklılaşabilirler. Oluşan her 5000 su molekülünden birinde hidrojen atomu yerine bir doteryum atomu bulunabilir. Ve her 500 molekülün birinde 16 kütle numaralı oksijen yerine 18 kütle numaralı oksijen bulunabilmektedir. Bu farklılık, bir araya gelerek kristalleşen buzlar arasında bir kombinasyonun meydana gelmesine neden olur. Çünkü tek bir kar tanesinde 1018 su molekülü bulunmaktadır. Su moleküllerinin yukarıda anlattığımız farklılaşmaları nedeni ile tek bir kar tanesini meydana getiren moleküllerin 1015 tanesi diğerlerinden farklı olacaktır. Bu hesaba göre, iki kar tanesinin tamamen aynı düzenlemeye ve şekle sahip olması 1024'de bir ihtimaldir. Ve böyle bir ihtimalin, evrenin başlangıcından bu yana gerçekleşmiş olma olasılığı sıfırdır.


Asıl dikkat çekici olan meydana gelen bu sonsuz çeşitlilikteki tüm kar tanelerinin mükemmel ve kusursuz bir simetriye sahip oluşlarıdır. Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında oluşmaya başlar. Bu sadece birkaç mikron büyüklüğündedir. Meydana gelen bu mikroskobik şekil altıgendir ve bu yapı buzun kendi yapısından yani suyun moleküler özelliklerinden kaynaklanır. Oluşan bu kristal gitgide büyür ve köşelerinden itibaren küçük kollar oluşmaya başlar. Hava soğudukça bu kolların büyümesi biraz daha hızlanır. Hava değişimlerine maruz kaldıkça, oluşan bu yapı üzerinde kılcal uzantılar gelişir. Kar çevreye savruldukça ve değişik koşullara maruz kaldıkça bu yapılanma devam eder ve her koşula uygun farklı bir özellik kazanmaya başlar. Tek bir kar tanesindeki her kol aynı gelişmeyi yaşadığından bütün kollar birbirine benzer ve son derece kompleks bir yapı meydana gelir. Meydana gelen altıgenle bağlantılı olarak altının katlarına bağlı bir simetri oluşur ve kristal üç boyutlu yapısını kazanmış olur

Kristal harikasının bir başka örneği de yeryüzünün herhangi bir yerinde bir canlı bedenine ulaşıp canlanabilmek için yüzlerce yıl bekleyen virüslerdir. Bu varlıklar, bir canlı hücresinin sıcaklığını ve nemini hissetmeden en ufak bir canlılık belirtisi göstermezler. Onların tek hücreli canlılar gibi organelleri yoktur. Sahip oldukları tek şey korunmalarına yardımcı olacak bir hücre zarı ve bir DNA’dır (bazı zamanlarda da bir RNA). Canlanıp faaliyet gösterebilmek için bir canlı hücresini kullanır ve onun imkanlarından faydalanırlar.



Virüsler, bir hücre bulup içine yerleşene kadar ise, yeryüzünün herhangi bir yerinde, soğukta veya sıcakta, gökyüzünde veya toprak altında varlıklarını sürdürürler. Yok olup parçalanmamalarının, hayatta kalabilmelerinin tek nedeni ise sahip oldukları kristal yapıdır. Bu kristal yapı, bu canlıyı korur ve canlı tutarken, aynı zamanda mükemmel bir geometrik şekil ile onu sarar.

Virüsler dışında diğer mikroorganizmalar da kristalleşirler. Kristalleşme yöntemi, mikro canlıların kendilerini korumak için kullandıkları mükemmel bir yöntemdir. Bakteri, alg gibi bazı mikroorganizmalar, şartların kendileri için zorlaştığı zamanlarda, nesillerini devam ettirebilmek için kristalleşerek bir çeşit kış uykusuna yatarlar ve kendileri için daha uygun şartlara sahip başka bölgelere gidene kadar bu şekilde kalırlar. Kristal yapı onların, bulundukları ortamda ve daha sonra yükselerek kış uykusuna yattıkları bulutların arasında karşılaşacakları zor koşullara karşı önemli bir korumadır.

Atomların çeşitli şekillerde bir araya gelmeleri, elektronları çeşitli şekillerde paylaşmaları sonucunda oluşan kimyasal bağlar ve bunların meydana getirdiği kristal mükemmellik, oldukça önemli bir iman hakikatidir. Gözle görülmeyen moleküler seviyedeki bu mükemmellik, %99.9999’u boşluktan oluşan atomların Allah (cc)’ın dilemesiyle, tüm evreni kapsayan hiçbir kusur barındırmayan bir mükemmellik sergileyebileceklerini göstermektedir. Milyonlarca kilometrelik Dünya yüzeyi boyunca var olan her noktada, hatta tek bir noktanın binde birinde bile bu hatasızlık, bu üstün sanat devam etmektedir. Elimize aldığımızda eriyip giden, sahip olduğu moleküler yapının çoğu zaman farkında bile olmadığımız bir kar tanesi, eşsiz bir güzellik ve simetri sergileyen bir sanat eseridir. Bu gerçekler, iman edenlerin imanlarının artmasına vesile olan, inkar edenlerin şaşkınlık duymalarına ve inkarlarında şüphe oluşmasına sebep olan Allah (cc)’ın Yüce sanatı, üstün yaratma gücünün tecellisidir.

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Her şeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)

“Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl Suresi, 17-18)

26 Ağustos 2010 Perşembe

Rüzgarlardaki Bilinmeyen Hikmetler

Rüzgarlar nasıl oluşur? Ekvator ve kutuplar gibi aralarında çok büyük fark olan ısı ve basınç kuşaklarına rağmen, neden dünya yüzeyinde sürekli olarak kasırgalar oluşmaz?

Rüzgarın bilim adamları tarafından yakın bir zaman once keşfedilen hangi özelliği, Kuran’da asırlar once haber verilmiştir?

Rabbimiz, yeryüzündeki her detayı canlı yaşamının sürekliliğini sağlamak için özel olarak yaratmıştır. Yaşamımız boyunca birçok kez tanık olduğumuz rüzgarlar da, canlı yaşamı için büyük önem taşıyan Yaratılış delillerinden biridir. Kuran’da “Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur…” (Araf Suresi, 57) ayetiyle müjde verici özelliği haber verilen rüzgarın oluşumu ve yeryüzündeki birbirinden farklı birçok etkisi, bu atmosfer olayının bizlere verilen önemli bir nimet olduğunu gözler önüne sermektedir.

Rüzgarların Oluşumu

Havanın ısınması, ısınan kütlenin genişlemesine, dolayısı ile harekete geçerek yükselmesine neden olur. Ancak yükselen hava kütlesi atmosferin dışına çıkamayacağından, önce dikey yönde sonra da yatay yönde hareket eder. İşte bu noktada havanın ısınıp kütlesel olarak yer değiştirmesi, basıncın oluşmasına neden olur. Ancak atmosferin yaptığı basınç dünyanın her yerinde aynı değildir çünkü yerçekimine, sıcaklığa ve bulunulan yerin yüksekliğine bağlı olarak değişir. Bu şekilde yüksek ve alçak basınç merkezleri oluşur. Atmosferdeki yüksek basınç alanları tepelere, alçak basınç alanları ise çukurlara benzetilebilir. Hava akıcı olduğundan, çekimin etkisi altında yüksek basınç alanlarından alçak basınç alanlarına doğru, sanki yamaçlardan akan su gibi hareket eder ve rüzgarları meydana getirir.

Rüzgarın Bilinmeyen Hikmetleri Nelerdir?

1. Hava Sıcaklığını Dengeler

  • Karalar ve denizler arasındaki ısınma ve basınç farkından doğan kısa süreli rüzgarlardan olan ve sıcak mevsimde görülen meltemler, sıcaklığa etki eden rüzgarlardandır. Hava sıcaklığının yüksek olduğu öğle saatlerinde, kara çok fazla ısındığı için basınç alçalır. Bu şekilde yüksek basınç merkezi olan denizden alçak basınç merkezi olan karaya doğru esen rüzgar havayı serinletir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Yüce Allah'ın bir hikmeti olarak bu rüzgarın sıcak mevsimde ve günün sıcak saatlerinde denizden eserek havayı serinletmesidir. Geceleri ise hava zaten serin olduğundan daha fazla serinlemesine gerek yoktur. Bu nedenle mekanizma tersine dönerek işler. Ülkemizin Ege kıyılarında yer alan İzmir'de yaz aylarında esen imbat (yazın, gündüz denizden karaya doğru esen mevsim rüzgârı, deniz yeli), bu rüzgar tipine örnek olarak verilebilir.

  • Bazı rüzgarlar ise geldikleri yere göre daha sıcaktır. Bu gruptakilerin en tanınmış olanı Fön adı verilen rüzgarlardır. Söz konusu rüzgarlar, yükselen hava kütlesinin bir dağı aşarak öteki yamaçta alçalması ile oluşurlar. Bu alçalma hareketi sırasında her 100 m.'de 1 derece kadar ısınır. Diğer yamaca sıcak ve kuru olarak inen bu rüzgarlar ilginçtir ki İsviçre Alplerinin kuzey yamaçları ve ülkemizin Doğu Karadeniz ve Toros dağlarının denize bakan kesimlerinde ve benzer koşullara sahip dağlık alanlarda, başka bir deyişle dünyanın serin kısımlarında eser ve buradaki sert ve soğuk iklim koşullarını yumuşatır.

"Ya da karanın ve denizin karanlıkları içinde size yol gösteren ve rahmetinin önünde rüzgarları müjde vericiler olarak gönderen mi? Allah ile beraber başka bir İlah mı? Allah, onların şirk koştuklarından yücedir." (Neml Suresi, 63)

2. Yağmur Yağdırır

Yüce Allah Kuran'ın birçok ayetinde, (Araf Suresi:57, Hicr Suresi:22, Furkan Suresi: 48-49, Neml Suresi:63, Rum Suresi:46, Rum Suresi:48, Fatır Suresi:9, Zariyat Suresi:1-3) rüzgarın yağmur oluşumu üzerindeki etkisini, yağmurun oluşma mekanizmasını detaylı olarak haber vermiştir.

  • Dünya üzerinde atmosferin genel dolaşımı içinde sürekli esen Alizeler ile Batı rüzgarları, yeryüzünün çeşitli kısımlarının iklim ve yağış özelliği üzerinde etkili olurlar. Bu rüzgarlar, nemli hava kütlelerini önlerine katarak sürükler veya havanın yükselerek soğumasına ve içinde bulunan su buharının yoğunlaşarak yağmur halinde yeryüzüne düşmesine neden olurlar.

    Nitekim ortalama 30 derece kuzey ve güney enlemleri arasında esen Alizelerin karşılaştığı hava daima yükselerek soğur ve bu yüzden ekvatoral kuşakta bol yağış meydana gelir. Batı rüzgarları ise orta kuşaktaki karaların batı kıyılarına nemli deniz havasını getirir; buraların ılık ve yağışlı olmasını sağlar. Yüce Allah Kuran'da bulutları rüzgarların önünde sürüklediğini şöyle haber verir:

    "Allah, rüzgarları gönderir, onlar da bulutu kaldırır, böylece Biz onu ölü bir beldeye sürükleriz, onunla, yeri ölümünden sonra diriltiriz. İşte (ölümden sonra) dirilip- yayılma da böyledir." (Fatır Suresi, 9)

  • Batı rüzgarları gibi nemli deniz havasını taşıyan diğer rüzgarlar musonlardır. Güney ve Doğu Asya ülkeleri, Gine Körfezi, Doğu Afrika, Meksika körfezi ve Orta Amerika kıyılarında etkili olan bu rüzgarlar, kara ve denizler arasındaki ısınma ve basınç farkları nedeniyle mevsimlere göre farklılık gösterirler. Yazın karaya, kışın denize doğru esen bu rüzgarlar, yazın denizden getirdikleri nemli havayı kara üzerinde bırakırlar. Bu nedenle birçok kalabalık muson ülkesinde tarımın temelini bu yaz yağışları meydana getirir.

3. Enerji Kaynağıdır

Rüzgar enerjisi yenilenebilir enerjiler arasındaki en gelişmiş ve ticari açıdan en elverişli enerji türüdür. Çünkü;

  • Tamamıyla doğa ile uyumlu olduğu için, fosil yakıtların atmosfere verdiği zehirli gazlar rüzgar türbinlerinde söz konusu değildir.

  • Tükenme ihtimali olmayan bir enerji kaynağı olduğu gibi, en ucuz yenilenebilir enerji kaynaklarındandır.

  • Uygun rüzgar alanlarında, geleneksel fosil yakıtlar ve nükleer enerji ile rahat rekabet edebilecek düzeydedir.

  • Maliyetleri de rüzgar teknolojisi geliştikçe ve kullanım alanları arttıkça düşmektedir.

  • Rüzgar türbinleri kuruldukları alanın sadece %1'ini kullanırlar, dolayısı ile kalan kısımlarda tarımsal faaliyetler yapılabilir.

  • Bugün dünyanın toplam teknik rüzgar potansiyeli yıllık 53.000 TW/saattir. Bu değer bütün dünyanın elektrik tüketiminin 4 katıdır. Son yıllarda rüzgar türbinlerindeki hızlı gelişim, beraberinde büyük enerji miktarlarının bu santraller tarafından üretilebileceği gerçeğini ortaya koymaktadır. Nitekim Yüce Allah Kuran'da rüzgarı Hz. Süleyman'ın emrine verdiğini ve çeşitli işlerinde bir araç olarak kullanmasına imkan sağladığını bildirmektedir. Rabbimiz Hz. Süleyman'a rüzgar enerjisini kullanan bir teknik ilham etmiş olabilir. (En doğrusunu Allah bilir.)

"Süleyman için de, fırtına biçiminde esen rüzgara (boyun eğdirdik) ki, kendi emriyle, içinde bereketler kıldığımız yere akıp giderdi. Biz her şeyi bilenleriz." (Enbiya Suresi, 81)

Rüzgar, farklı ısı merkezleri arasında oluşan hava akımıdır. Atmosferdeki farklı ısılar, farklı hava basınçları oluşturduğundan, hava sürekli olarak yüksek basınçtan alçak basınca doğru akar. Basınç merkezleri, yani atmosferdeki ısılar arasındaki fark eğer büyük olursa, hava akımı yani rüzgar şiddetli olur ki, büyük yıkımlara yol açan kasırgalar böyle oluşmaktadır.

4. Aşılayıcı Özelliği Vardır

Rüzgarlar yağmur damlasını oluşturacak kristalleri taşıyarak bulutları, tohumlarının taşınması ile de bitkileri aşılar. Bu gerçek ayette şöyle bildirilir:

"Ve aşılayıcılar olarak rüzgarları gönderdik, böylece gökten su indirdik de sizleri suladık. Oysa siz onun hazine-koruyucuları değilsiniz." (Hicr Suresi, 22)

Rüzgarların Belli Ölçülerde Olması Neden Önemlidir?

  • Rüzgarlar belli ölçülerde estiği için yağmur yağan muson ülkelerinde, yağışların az yağdığı veya geciktiği yıllarda kıtlıklar olmamaktadır.

  • Rüzgarların Yüce Allah'ın belirlediği ölçüden daha hızlı esmesi durumunda sürekli olarak fırtınalar meydana gelirdi. Özellikle tropikal kuşakta görülen ve hızları saatte birkaç yüz km.'yi bulan sarmal hava hareketleri biçimindeki tayfunlar, yıkıcı ve tahrip edici etkisi ile büyük zararlara neden olurdu. Nitekim yakın zamanda kısa süreli de olsa ABD'nin doğusunu etkisi altına alan Isabel Kasırgası 21 kişinin ölümüne, 3.5 milyon kişinin elektriksiz kalmasına sebep olmasının yanında, sonrasında gelen su baskınlarıyla binlerce kişinin evini terk etmesine neden olmuştur.

  • Rüzgarlar belli ölçülerde estiği için serinletici etkileri kavurucu bir soğuğa dönüşebilir veya çöl bölgelerinde esen Hamsin, Sirokko gibi adlar alan sıcak kurak rüzgarlar biçiminde olabilirdi. Her iki durumda da bitki yaşamı olanaksız olduğu için yeryüzünde insanların ve diğer canlıların yaşaması mümkün olmazdı.

Rüzgarın Oluşumundaki Düzen, Bir Kuran Mucizesidir

Ekvator ve kutuplar gibi aralarında çok büyük fark olan ısı ve basınç kuşaklarına rağmen, Allah'ın belli bir düzen içinde yaratışı sayesinde, Dünya çok sert rüzgarlara maruz kalmaz. Eğer kutuplar ve ekvator arasında gerçekleşecek dev hava akımı yumuşatılmış olmasaydı, Dünya yüzeyi sürekli olarak şiddetli kasırgaların yaşandığı bir ölü gezegene dönüşürdü.

Aşağıdaki ayette "tasrifir riyah" ifadesindeki "tasrif" kelimesi "birşeyi çok çevirip döndürmek, yönlendirmek, bir işe yön vermek, idare etmek, dağıtımını yapmak" anlamlarına gelir. Görüldüğü gibi rüzgar için seçilen bu kelime, rüzgarların düzen içindeki hareketlerini tam olarak tarif etmektedir. Ayrıca bu durum, rüzgarın kendi kendine gelişi güzel esmediğinin de çok açık bir anlatımıdır. Rüzgarları, insanlar için yaşamı olanaklı kılacak şekilde yöneten Yüce Allah'tır. Kuran’da bu gerçek şöyle bildirilmiştir:

"Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 5)

Rüzgarların Aşılayıcı Özelliği Nasıl Oluşur?

Okyanusların ve denizlerin yüzeyinde, köpüklenme nedeniyle her an sayısız hava kabarcığı oluşmaktadır. Bu kabarcıklar patladıkları anda, milimetrenin 100'de biri çapındaki binlerce parçacığı havaya fırlatırlar. "Aerosol" adı verilen bu parçacıklar, rüzgarlar sayesinde karalardan gelen tozlarla karışarak atmosferin üst katmanlarına taşınır. Rüzgarların bu şekilde yükseklere taşıdığı parçacıklar, burada su buharı ile temas eder. Su buharı da bu parçacıkların etrafına toplanarak yoğunlaşır ve su damlacıklarına dönüşür. Bu su damlacıkları önce biraraya gelerek bulutları oluşturur, bir süre sonra da yağmur olarak yeryüzüne iner.

Görüldüğü gibi rüzgarlar, havada serbest halde bulunan su buharını denizlerden taşıdıkları parçacıklarla "aşılamakta" ve böylece yağmur bulutlarının oluşumunu sağlamaktadırlar.

"Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonara dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır." (Bakara Suresi, 164)

22 Ağustos 2010 Pazar

Farklı bir Avcı : Venüs Bitkisi

Bitkiler arasında avlananlar, et ile beslenenler vardır. Birbirinden şaşırtıcı yöntemlerle avlanan bitkilerden biri ise Venüs bitkisidir.

"Venüs", üzerinde dolaşan böcekleri yakalar ve bunlarla beslenir. Bu bitkinin avlanma sistemi son derece karmaşıktır. Çeşitli bitkiler etrafında gezinerek kendine yiyecek arayan bir sinek, birdenbire oldukça cazip bir bitki ile, yani venüsle karşılaşır. Bir çanağı kavramış ellere benzeyen bu bitkiyi cazip kılan şey, yapraklarının dikkat çekici kırmızı rengi ve daha da önemlisi, bu yaprakların çevresindeki bezlerden salgılanan şeker kokulu salgıdır. Kokunun dayanılmaz cazibesine kapılan sinek fazla tereddüt etmeden bu ilginç bitkinin üzerine konar. Yiyecek kaynağına doğru ilerlerken bitki üzerindeki zararsız görünümlü tüylere de ister istemez dokunur. İşte bunun üzerine bitki aniden kapanıverir. Sinek, ansızın üzerine sımsıkı kapanan bir çift yaprağın arasında sıkışıp kalır. Venüs bitkisi biraz sonra "et eritici" sıvısını salgılamaya başlayacak ve kısa bir süre içinde sineği bir tür pelteye dönüştürecek, sonra da emerek tüketecektir.

Bitkinin sineği yakalamaktaki hızı son derece etkileyicidir. Bitkinin kapanma hızı, insan elinin maksimum kapanma hızından daha fazladır (eliniz açıkken ortasına konan bir sineği yakalamayı denerseniz, büyük olasılıkla başaramazsınız, ama bitki bu işi başarabilmektedir). Peki kasları, kemikleri olmayan bir bitki nasıl olup da böyle ani bir hareket yapabilmektedir?

Araştırmalar venüs bitkisinin içinde elektriksel bir sistem olduğunu ortaya koymuştur. Sistem şöyle çalışır: Bitkinin tüycüklerinde sineğin çarpmasıyla oluşan mekanik etki, tüycüklerin altındaki alıcılara iletilir. Eğer mekanik itme yeterince güçlüyse, alıcılardan tıpkı bir havuzdaki dalgalar gibi tüm yaprak boyunca elektriksel sinyaller yollanacaktır. Sinyaller yaprakları ani bir biçimde hareket ettiren motor hücrelere ulaşır ve sineği yutacak mekanizma harekete geçer.







(Üstte) Çiçeğin avlanma mekanizmasını harekete geçiren, yapraklarının iç yüzeyinde bulunan birkaç tüydür.

Bitkinin uyarı sisteminin yanında, yapraklarının kapanmasını sağlayan mekanik sistem de son derece mükemmel bir yaratılıştadır. Bitki içindeki hücreler elektriksel uyarı alır almaz bünyelerindeki su dengelerini değiştirirler. Yaprakların oluşturduğu kapanın iç tarafındaki hücreler bünyelerindeki suyu bırakıp çökerler. Bu olay havası alınmış bir balonun sönmesine benzer. Kapanın hemen dışındaki hücreler ise aşırı su alarak şişer. Böylece insanın kolunu hareket ettirmesi için bir kasın gevşerken ötekinin kasılmasına benzer şekilde, kapan kapanır. İçerde hapsolan sinek ise her çırpınmasında tüylere tekrar tekrar değerek, elektriksel itmenin tekrar oluşumuna ve dolayısıyla da yaprağın daha sıkı kapanmasına neden olmaktadır.

Bu arada kapanın yüzeyindeki hazım bezleri de uyarılmaktadır. Uyarı sonucunda bezler sineği yavaşça eritecek sıvıyı salgılamaya başlarlar. Böylece bitki, protein bakımından hayli zengin bir çorba haline gelen sineğin peltesini kullanarak beslenir. Sindirimin sonunda ise, tuzağın kapanmasını sağlayan mekanizma tersine işleyerek kapanın açılması sağlanır.

Ayrıca sistemin bir ilginç özelliği daha vardır: Tuzağın harekete geçmesi için tüylere 20 saniye ara ile 2 kapağınada üst üste iki kez dokunulması şarttır. İlk dokunma elektrik potansiyelini oluşturmakta fakat tuzak kapanmamaktadır. Tuzak ancak ikinci bir dokunmayla elektrik potansiyelinin belirli bir boşalma düzeyine ulaşması sonucu kapanmaktadır. Sinek tuzağı bu çift hareketli mekanizma sayesinde gereksiz yere kapanmaz. Örneğin bitkinin içine bir yağmur damlasının düşmesi durumunda kapan harekete geçmez.


Sundew'in Tüyleri
Bu bitkinin yaprakları uzun kırmızı tüylerle doludur. Bu tüylerin ucu, böcekleri kendine çekecek koku içeren bir sıvı ile kaplıdır. Sıvının bir başka özelliği ise son derece yapışkan olmasıdır. Kokunun kaynağına yönelen böcek, bu yapışkan tüylere takılır. Böcek kurtulmak için debelendikçe, tüyler hayvanı daha iyi kavrayacak şekilde bükülmeye başlar. Kıpırdayamaz hale gelen böcek protein parçalayıcı salgı içinde hazmedilir. Bitkinin hareket sistemi Venüs bitkisininkine benzemektedir. Tepesinde ve sapındaki tüycükler titreşir ve diplerinde oluşan elektriksel uyarılar reaksiyonu başlatır.

Şimdi bu etkileyici avlanma sistemi üzerinde düşünelim. Bitkinin avını yakalayabilmesi ve sindirilebilmesi için tüm sistemin var olması gereklidir. Bir parçanın bile eksikliği bitki için ölüm demektir. Örneğin; yaprak içindeki tüyler olmasa böcek içerde gezmesine rağmen reaksiyon hiçbir zaman başlayamayacağından bitki kapanamayacaktır. Veya kapanma sistemi olsa ancak böceği sindirecek salgılar olmasa, tüm sistem boşa gidecektir. Bitki sinekleri cezbedecek bir koku salgılamasa, bu kez kapan kendisine av bulamayacaktır.

Bir fare kapanı gördüğünüzde, bunun bir tasarım örneği olduğunu bilirsiniz. Çünkü hassas mekanizmanın her parçası, fareyi yakalamak için özel olarak ayarlanmıştır. Sinek yakalayan bu bitki ise, bir fare kapanından çok daha karmaşık ve ince bir tasarımdır.

Ortada öyle büyük bir tasarım ve kusursuz bir planlama vardır ki, bunun sahibinin hem venüs bitkisini, hem de tüm doğayı yaratmış olan Allah olduğu apaçık bir gerçektir.

Allah, herşeyin Yaratıcısıdır. O, herşey üzerinde vekildir. (Zümer Suresi, 62)

Sinek Avlayan Venüs Bitkisi





18 Ağustos 2010 Çarşamba

Teknoloji Doğayı Taklit Ederek İlerliyor

Çok kapsamlı bir uçak maketi satın aldığınızı düşünün. Yüzlerce küçük parçadan oluşan bu maketi yapmak için nasıl bir yol izlersiniz? Kuşkusuz bunun için yapacağınız ilk şey, kutunun üzerindeki uçağın nasıl birleştirildiğini gösteren resimlere bakmak ve içindeki montaj bilgilerinden faydalanmak olacaktır. Çünkü bir maketi yaparken montaj talimatlarını izlemek, yapılacak işin süresini kısaltır, o maketin en hatasız ve mükemmel biçimde yapılmasını sağlar.

Uçağın montajı ile ilgili bilginiz olmasa da, eğer elinizde benzer bir model varsa maketi yine yapabilirsiniz. Çünkü daha evvel gördüğünüz uçak modelinin tasarımı, onun benzerinin yapımında size önemli bir rehber olacaktır. Aynı mantıkta, doğada var olan kusursuz bir tasarımı örnek almak da, benzer işlevlere sahip bir teknolojik aygıtın tasarım ve montajının en kısa yoldan ve en mükemmel biçimde gerçekleştirilmesini sağlar. Bunun bilincinde olan pek çok bilim adamı ve araştırma-geliştirme (uzmanı da yapacakları her yeni çalışmadan önce, bunun canlılardaki örneklerini araştırmakta, sistem ve tasarımlarını örnek alarak onları taklit etmektedirler. Diğer bir deyişle bilim adamları, Allah'ın doğada yarattığı tasarımları görüp incelemekte ve bunlardan ilham alarak yeni teknolojiler geliştirmektedirler.

Doğadaki tasarımlar en az malzeme ve enerji ile en fazla verim almaları, kendi kendilerini onarma özellikleri, geri-dönüşümlü ve doğa-dostu olmaları, sessiz çalışmaları, estetik, dayanıklı ve uzun ömürlü olmaları bakımından teknolojik çalışmalara örnek teşkil ederler. High Country News adlı bir gazetede doğayı taklit bilimsel bir hareket olarak tanımlanmış ve şöyle bir yorum yapılmıştır:

“Doğal sistemleri model alarak, bugün kullandığımızdan çok daha uzun süreli teknolojiler oluşturabiliriz.” (Michelle Nijhuis, Hidgh Country News, July 06, 1998, Vol.30, No.13 )

“Bugün doğadaki malzemelerin yapısını inceleyerek bunları çalışmalarında örnek olarak kullanan pek çok bilim adamı vardır. Çünkü doğadaki materyaller ihtiyaç duyulan sağlamlık, hafiflik, esneklik gibi özelliklere sahiptir. Örneğin "Abalone" adı verilen bir deniz canlısının iç kabuğu, yüksek teknolojiyle üretilen seramiklerden iki kat daha dayanıklıdır; örümceğin ipeği çelikten beş kat daha sağlamdır; Midyedeki yapışkan ise suyun altında dahi etkisini koruyabilmektedir.” (David Perlman, San Francisco Chronicle, November 30, 1997)

Bilim ve Teknik Dergisi araştırma ve yazı grubunun bir üyesi olan Gülgün Akbaba, doğadaki malzemelerin üstün özelliklerinden ve insanların bunlardan nasıl yararlanacağından şöyle bahseder:

“Geleneksel seramik ve cam malzemeler, hemen her gün kendini yenileyen teknolojiye ayak uyduramaz hale geldi. Bilim adamları bu boşluğu doldurabilmek için çalışmalar yapıyorlar. Doğadaki yapıların mimari sırları yavaş yavaş çözülmeye başlandı Tıpkı doğadaki bir midye kabuğunun kendi kendini yenilemesi ya da yara almış bir köpek balığının derisinde gerçekleşen onarım gibi, teknolojilerde kullanılan malzemeler de kendi kendini yenileyebilecek. Daha sert, sağlam, dayanıklı, üstün fiziksel, mekanik, kimyasal ve elektromanyetik özelliklere sahip olan bu malzemeler, örneğin uzay araştırmalarında roket, uzay mekiği, uydu taşıyıcıları gibi araçların atmosfer giriş ve çıkışlarında gereksinim duyulan yüksek sıcaklıklara dayanıklılık ve hafiflik özelliklerini taşıyor. Kıtalararası ulaşım için geliştirilmesi planlanan süpersonik dev yolcu uçakları çalışmalarında da ağırlıkça hafif ve yüksek sıcaklıklara dayanıklı malzemeler gerekiyor. Tıpta örneğin yapay kemik üretiminde gereksinim duyulansa, süngerimsi görünüşü, sert yapısıyla dokusu doğala olabildiğince yakın malzemeler.” ("Malzeme Biliminin Önderlerinden İlhan Aksay", Bilim ve Teknik, Şubat 2002 s.92)

Seramik, inşaattan elektrik malzemelerine kadar geniş kullanım alanı olan bir malzemedir. Ne var ki bu malzeme üretilirken çoğu zaman 1000–1500 dereceden daha fazla sıcaklıklara ulaşan bir ısının kullanılması gerekir. Doğada birçok seramik malzeme vardır. Ancak bunların oluşumu sırasında hiçbir zaman böyle yüksek sıcaklıklar kullanılmaz. Örneğin midye kabuğu 4 derece'de ve en mükemmel biçimde oluşmaktadır. Doğadaki bu üstün yaratılış örneği bir Türk bilim adamı olan İlhan Aksay'ın dikkatini çekmiş ve kendisi daha iyi, sağlıklı, kullanışlı, işlevsel seramiklerin nasıl üretileceği konusuna yönelmiştir. Bazı deniz hayvanlarının kabuklarının iç yapılarını inceleyen Aksay, Abalone adlı deniz canlısının kabuğundaki yapının mükemmelliğini fark etmiştir. Aksay konuyla ilgili şunları söyler:

“Midye kabuğu elektron mikroskobu altında 300.000 kez büyütüldüğünde, tuğladan bir duvar görünümü ortaya çıkar. Bu duvar, harç niteliğindeki bir proteinden ve kalsiyum karbonattan yapılmış tuğlalardan oluşur. Kalsiyum karbonat kırılgan bir niteliğe sahip olmasına karşın, kabuk katmanlı yapısından dolayı son derece sağlam ve insan yapımı seramikten daha az kırılgandır. Bir halatın sadece bir ipi koptuğunda bütün halat kopmuş olmaz. İşte buna benzer şekilde midye kabuğunun bu katmanlı yapısı çatlakların yayılmasına engel olur.”

Aksay, bu modellerden esinlenerek son derece sert ve dayanıklı alüminyum-bor karbür metal- seramik bir malzeme geliştirmiştir. Bu malzeme, ABD'de ordunun çeşitli laboratuvarlarında denendikten sonra tanklarda zırh olarak kullanılmıştır. (Malzeme Biliminin Önderlerinden İlhan Aksay", Bilim ve Teknik, Şubat 2002 s.93)

Bugün bilim adamları doğadan taklit ettikleri malzemelerin üretilmesi için mikroskobik boyutlarda incelemeler yapmaktadır. Bu bilim adamlarından biri olan Prof. Aksay da, kemik ve diş türü biyoseramiklerin, vücut sıcaklığında, protein gibi organik maddelerin birleştirilmesiyle oluştuğunu ve bunların insan üretimi seramiklerden çok daha üstün nitelikler gösterdiğini açıklamıştır. Aksay'ın çalışmaları, yani doğadaki üstün niteliklerin nanometre (milimetrenin milyonda biri) boyutlarındaki birleştirmeden kaynaklanmış olduğu tezi, bu boyutlarda araç üretmeyi amaçlayan birçok elektronik şirketini biyoesinli malzeme (biyolojik malzemelerden esinlenilerek hazırlanan insan yapısı malzemeler) araştırmalarına yöneltmiştir. ("Malzeme Biliminin Önderlerinden İlhan Aksay", Bilim ve Teknik, Şubat 2002 s.93)

Endüstride kullanılan pek çok madde zararlı kimyasalların bulunduğu, yüksek ısı ve basınç gerektiren ortamlarda üretilirler. Halbuki doğadaki materyaller "yaşam dostu" olarak ifade edebileceğimiz zararsız koşullarda -örneğin su bazlı solüsyonlarda, oda sıcaklığında- üretilirler. Bu da kuşkusuz, bilim adamları için son derece önemli avantaj bir sağlar. (Julian Vincent, New Scientist, "Tricks of Nature", 17 August 1996, vol.151, No.2043, s.38)

Sentetik elmas üreticileri, metal alaşım tasarımcıları, polimer bilimcileri, fiber optik uzmanları, ince seramik üreticileri ve yarı-iletken malzeme geliştirenler en pratik yol olarak doğadan taklit yöntemine başvurmaktadırlar. Çünkü her yönden ihtiyaçlarına cevap veren doğadaki malzemeler, aynı zamanda çok geniş bir çeşitliliğe de sahiptir. Dolayısıyla çeşitli dallarda araştırma yapan uzmanlar, kurşun geçirmez yeleklerden jet motorlarına kadar pek çok konuda, doğada bulunan üstün özelliklerdeki malzemeleri suni yollardan elde edebilmek için orijinallerini taklit etmeye başlamışlardır.

İnsanların yaptığı malzemeler bir süre sonra çatlar, kırılır. Bu durumda dışarıdan bir müdahaleyle, örneğin yapıştırmayla malzeme onarılır. Oysa doğadaki durum farklıdır. Midye kabuğu gibi doğadaki bazı malzemeler kendi kendilerini yenileyebilirler. Bilim adamları da son dönemde kendini yenileyebilen polimerler, polisiklatlar vb. malzemeler üzerinde çalışmalara yönelmişlerdir. Doğadaki mükemmel tasarımlar Rabbimizin bize verdiği çok büyük nimetlerdir. Bu tasarımları taklit etmek ve örnek olarak almak ise insanoğlunu sürekli iyiye, doğruya yöneltecek bir devrimdir. Ne var ki bilim dünyası doğadaki tasarımların çok büyük bir kaynak oluşturduğunu ve günlük hayata geçirilmesi gerektiğini, ancak son birkaç yıl içerisinde fark edebilmiştir.

Bilim adamları her geçen gün doğada keşfettikleri benzersiz yapılar ve sistemler karşısında hayrete düşmekte ve bunlara duydukları hayranlığı insanlık yararına yeni teknolojiler üretmek için kullanarak göstermektedirler. Doğada var olan mükemmel sistemlerin, uygulanan üstün tekniklerin bilim adamlarının bilgisinin ve aklının çok üstünde olduğunun, mevcut problemlere benzersiz çözümler sunduğunun farkına varan bilim adamları, artık senelerce uğraşarak çözüm getiremedikleri pek çok konuda doğadaki tasarımların yardımına başvurmaktadırlar. Bunun sonucu olarak da kısa zamanda, başarılı sonuçlar elde etmeleri mümkün olmaktadır. Ayrıca doğanın taklidi ile birlikte bilim adamları gerek vakit ve emek açısından, gerekse maddi kaynakların isabetli kullanılması bakımından da çok önemli kazançlar sağlamaktadırlar.

Doğadaki tasarımların üstünlüğünün kabul edilmesi ile birlikte, kuşkusuz evrimciler yeni bir hayal kırıklığı, yeni bir umutsuzluk yaşamışlardır. Çünkü evrimcilerin, canlıların zaman içerisinde ilkelden komplekse doğru bir gelişim içinde oldukları ve bu canlılardaki tasarımların da tesadüf eseri oluştukları yönündeki bilim dışı iddialarının geçersizliği bir kez daha ispatlanmıştır. Ayrıca şimdiye kadar tasarımlarına hayranlık duydukları, benzersiz sanatını, ilmini ve aklını takdirle övdükleri gücün tesadüfler olamayacağını, bunların ancak çok üstün Yaratıcımızın eseri olabileceğini kabul etmek durumunda kalmışlardır.

Alemlerin Rabbi olan Allah canlılarda eşi benzeri olmayan eksiksiz sistemler var edendir. Allah herşeyi kusursuzca yaratandır. Bunu kabul etmek istemeyenler ahiret günü kesinlikle dönüşü olmayacak bir pişmanlık yaşayacaklardır. Kuran'da Allah bu kişilerin dünyada boşa çaba harcadıklarını haber vermektedir. Ayetlerde Rabbimizin sanatının kusursuzluğu şöyle bildirilmektedir:

“O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir 'çelişki ve uygunsuzluk' (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk Suresi- 3–4)

Kompozitler

Birbirine karışmayan iki veya daha fazla katının bileşimiyle oluşan katı malzemelere "kompozit malzeme" denir. (Bilim ve Teknik, Şubat 1995, s.38) Doğadaki malzemelerin çoğu "kompozit" olarak adlandırılan bileşik yapılı maddelerden oluşur. Bu karışımın özelliği, kendini oluşturan maddelerin özelliklerinden çok daha üstündür.

Örneğin fiberglas yapay bir kompozittir ve gemi gövdesi, olta değneği, yay ve ok gibi birçok spor malzemesinin yapımında kullanılır. Fiberglas, "polimer" adı verilen jölemsi plastik bir maddenin içine karıştırılan cam liflerinden elde edilir. Polimerin sertleşmesi sonucunda oluşan kompozit malzeme hafif, sağlam ve aynı zamanda esnektir. Karışımda kullanılan liflerin ya da plastik maddenin nitelikleri değiştirilecek olursa, kompozit malzemenin özellikleri de değişir.

İnsanların ürettiği kompozitler, doğal kompozitlerden çok daha zayıf ve ilkel kalmaktadır. Grafit ve karbon liflerden oluşan kompozitler son 25 yılda insanoğlunun gerçekleştirdiği en iyi 10 mühendislik keşfi içinde yer almaktadır. Bununla beraber uçaklar, uzay mekiği parçaları, spor malzemeleri, Formula-1 yarış arabaları ve yelkenliler için hafif yapıda kompozit malzemeler tasarlanmakta ve yeni buluşlar hızla ilerlemektedir.

Kaslardaki Çelik Halat Teknolojisi

Kasları kemiklere bağlayan dokular yani "tendon"lar, doğal kompozitlere (birbirine karışmayan iki veya daha fazla katının bileşimiyle oluşan katı malzemelere) verilebilecek önemli bir örnektir. Tendonlar, kendilerini oluşturan kolajen bazlı lifler sayesinde son derece sert bir yapı kazanırlar. Bu liflerin bir başka özelliği ise birbirlerine örülme şekilleridir.

ABD Rutgers Üniversitesi öğretim üyelerinden Janine M. Benyus, Biomimicry adlı kitabında, kaslarımızdaki tendonların çok özel bir yöntemle inşa edildiğini söyleyerek bu konudaki tespitlerini şöyle ifade etmiştir:

Dirsekle bileğiniz arasındaki tendon, asma bir köprüyü taşıyan halatlarda olduğu gibi, birbirine dolanmış kablo demetlerinden oluşur. Her bir kablo demeti ise, kendi içinde daha ince kabloların birbirine dolanmasından oluşmuştur. Bu daha ince kablolar da, birbirine dolanmış molekül demetlerinden meydana gelir. Hatta moleküllerdeki atomlar bile sarmal bir yapı halinde dururlar.

Asma köprülerdeki taşıyıcı halatlar, kaslarımızda olduğu gibi kablo demetlerinden oluşur.

Nitekim günümüz asma köprülerinde kullanılan çelik halat teknolojisi, insan vücudundaki tendonların yapısı örnek alınarak geliştirilmiştir. Tendonların bu benzersiz yapısı, Allah'ın üstün sanatının ve sonsuz ilminin apaçık delillerinden sadece birisidir.



“Allah, yeryüzünü sizin için bir karar, gökyüzünü bir bina kıldı; sizi suretlendirdi, suretinizi de en güzel (bir biçim ve incelikte) kıldı ve size güzel-temiz şeylerden rızık verdi. İşte sizin Rabbiniz Allah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir.” (Mümin Suresi, 64)

17 Ağustos 2010 Salı

Görünmeyen Koruyucular: Eklem yağlama, Gözyaşı ve Kitin

Bugün doğadaki malzemelerin ya da canlıların yapısını inceleyip, bunları çalışmalarında örnek olarak kullanan pek çok bilim adamı vardır. Doğada bulunan materyallerdeki sağlamlık, hafiflik, esneklik ve kimyasal özellikler bilim adamlarını bu materyallerin yapısını taklit etmeye yöneltmiştir. Günlük hayatta karşımıza çıkan birçok malzeme ve canlıların farklı özellikleri bilim adamlarının dikkatini çekmekte, bu malzemeler taklit edilmeye çalışılmaktadır.

Hareket Ederken Acı Çekmemizi Önleyen Yağlama Sistemi

Sürekli hareket halinde olan bazı kemiklerimizin, hareketsiz bölgelerdeki kemiklere göre daha farklı desteklere ihtiyacı vardır. Buna örnek olarak eklemlerimizi verebiliriz. Omurgamızı meydana getiren omurlar, bacaklarımızdaki ya da ellerimizdeki eklemler her hareketimizde birbirleri üzerinde dönerler. Sürekli hareket halinde oldukları için de destek sistemlere ihtiyaçları vardır.

Örneğin bir mekanik alet çalışırken, hareketli parçaların temas noktalarında sürtünme ve aşınma görülür. Bunu engellemek için, basit bir kapı menteşesinden, üstün teknolojiye sahip bir otomobil motoruna kadar her hareketli mekanik sistemde yağlamaya ihtiyaç vardır. Fakat yağlama aşınmayı tam olarak engellemez, yalnızca geciktirir.

İnsanların ve hayvanların eklem yerleri bir ömür boyunca hareket ettikleri halde hiçbir şekilde bakıma ya da yağlanmaya ihtiyaç duymaz. Eklemlerin sürtünme yüzeyleri, ince ve gözenekli kıkırdak tabakasıyla kaplanmıştır ve altında yoğun bir sıvı bulunmaktadır. Kemik, eklemin neresine baskıda bulunursa, bu sıvı gözeneklerden fışkırıp eklem yüzeyinin yağ gibi kaymasını sağlamaktadır. Görüldüğü gibi insanın hareket edebilmesi için her yönden eksiksiz bir tasarım vardır.

Çok Etkili Bir Dezenfektan: Gözyaşı

Çoğu insanın "yalnızca ağlandığında akan tuzlu su" zannettiği gözyaşı, son derece özel bir sıvıdır. İlk görevi gözü mikroplara karşı korumaktır. İçinde bulunan "lizozim" enzimi birçok bakteri türünü parçalayabilme ve mikrop öldürme özelliğine sahiptir. Lizozim sayesinde göz, enfeksiyonlardan korunur. Bu madde, binaları mikroplardan temizlemek için kullanılan kuvvetli dezenfektanların içeriğindeki maddelerden bile daha etkilidir. Peki böylesine güçlü bir dezenfektan, nasıl olur da göz gibi hassas bir organa hiçbir zarar vermez ve aksine mükemmel bir koruma yapar? Bu, Allah ' ın yaratışındaki üstün sanattır. Gözyaşı gözün kimyasal yapısına en uygun şekilde yaratılmıştır. Yaratılışın her noktasında mevcut olan muhteşem uyum, aynı şekilde göz ve gözyaşı için de geçerlidir.

Gözde bir de yağlama sistemi mevcuttur. Bu sistem günde yaklaşık yüz bin defa dört ayrı yöne dönen gözün, bu hareketlerin sonucunda yıpranmasını engeller.

Koruyucu Tabaka Kitin

Yüzeyleri kaplamak, kirden ve aşınmadan korunmalarını sağlamak açısından oldukça önemlidir. Özellikle de yumuşak ahşapların içine girerek onları çürütebilecek su sızıntılarına karşı bunu yapmak çok gerekli bir işlemdir. İnsanların günlük hayatta kullandığı birçok koruyucu malzeme aslında doğadaki canlılar tarafından çok daha önceden kullanılmaktadır. Ahşap kaplama bunlardan yalnızca bir tanesidir. Böceklerin vücudunu saran kitin tabakası ahşap yüzeylerin kaplanmasına örnek olmuş malzemelerden birisidir. Kitin son derece hafif ve ince, iskelet görevi görecek kadar da sağlamdır ve esnektir. Üzerindeki özel kaplama malzemesiyle dışarıdan içeriye su geçirmez. Vücut içerisindeki sıvıları da dışarı çıkarmaz.

Doğadaki pek çok canlı, kendi yüzeylerini koruyan çeşitli özelliklere sahiptir. Şüphesiz ne böceklerdeki kitin tabakası, ne gözyaşı, ne de eklemlerimizdeki aşınmayı engelleyerek rahat hareket etmemizi sağlayan sıvı kendi kendine oluşmamıştır. Onları tüm özellikleriyle birlikte, kusursuz bir tasarım ile yaratan sonsuz ilim sahibi olan Allah'tır.

"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, şekil ve suret ' verendir. En güzel isimler O ' nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O ' nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)

Kendisini Sürekli Temiz Tutan Lotus Bitkisi


Lotus bitkisi (beyaz nilüfer), çamurlu ve kirli ortamlarda yetişir. Buna rağmen bitkinin yaprakları sürekli temizdir. Çünkü bitki, üzerine en ufak bir toz zerresi geldiğinde hemen yapraklarını sallar ve toz taneciklerini belli noktalara doğru iter. Yaprağın üzerine düşen yağmur damlaları da bu noktalara doğru yönlendirilir ve buradaki tozları süpürmesi sağlanır.

Lotus bitkisinin bu özelliği, yeni bir bina yüzeyinin tasarımı için araştırmacılara ufuk açmıştır. Bunun üzerine araştırmacılar lotusun yaprağı gibi, yağmur sularını kullanarak üzerindeki kiri temizleyen bina yüzeyleri üzerinde çalışmaya başlamışlardır. Bu çalışmalar sonunda da ISPO isimli bir Alman şirketi, Lotusan adı verilen cephe kaplama malzemesini üretmiştir. Asya ve Avrupa'da bulunan satış noktalarında piyasaya sunulan bu ürün için 'deterjana gerek kalmadan 5 yıl boyunca kendini temiz tutacağı garantisi' bile verilmiştir. (New York Times, Mühendisler tasarım için doğadan örnek alıyor, 11 Aralık 2001)


(Silikon bazlı bir dış cephe boyası olan Lotusan 'da, adını aldığı Lotus bitkisini ve bu bitkinin sahip olduğu sistem bire bir taklit edilmektedir. Bu sisteme göre yüzeyde 5–10 mikrometre (milimetrenin binde biri) yüksekliğinde ve birbirinden 10–15 mikrometre mesafede olan çok küçük tümsekler bulunuyor. Sonuçta ortaya 0,1 mikrometre genişliğinde, tellerden oluşan engebeli bir yüzey çıkıyor. Dışardan bakıldığında düz gözüken ancak gerçekte balmumuyla kaplı engebeli yüzey şekli, su damlacıklarının yüzeyle tam bir temas sağlamasını önlüyor ve su damlacıklarının kendi ağırlıklarıyla aşağıya doğru akmasını sağlıyor.)


Doğadaki pek çok canlı, kendi yüzeylerini koruyan çeşitli özelliklere sahiptir. Şüphesiz lotus bitkisinin yüzey yapısı, kendi kendine oluşmamıştır. En önemlisi de bu bitki sahip olduğu üstün niteliklerden tamamen habersizdir. Onları tüm özellikleriyle birlikte yaratan, Yüce Allah'tır. Bir Kuran ayetinde Rabbimiz'in yaratma sanatı şöyle bildirilir:


“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Yarasaların Muhteşem Radarları



Yarasaların yön bulma özelliği, bilim adamları tarafından yürütülen bir dizi deneyle ortaya çıkarılmıştır. Yarasaların algılamalarındaki üstün yeteneği görmek için bu deneylere yakından bakalım.


Bu deneylerin ilkinde, yarasa tamamen karanlık bir odaya bırakılmış, aynı odanın bir ucuna ise yarasanın besini olan bir sinek yerleştirilmiştir. Bu andan itibaren odada olup bitenler, karanlıkta da görüş kabiliyeti olan kameralarla takip edilmiştir. Deneyde sinek havalanır havalanmaz yarasanın derhal harekete geçerek sineği avladığı görülmüştür. Bu deneyin sonunda yarasaların karanlıkta bile işleyen çok keskin bir algılama kabiliyeti olduğu sonucuna varılmıştır. Acaba yarasanın bu algılaması, işitme duyusundan mı, yoksa gece görüş sisteminden mi kaynaklanmaktadır?

Bu soruyu cevaplamak için ikinci bir deney daha yapılmıştır. Aynı odanın bir köşesine bir grup tırtıl bırakılarak üzerleri bir gazete sayfası ile örtülmüştür. Deneyde serbest kalan yarasa, hiç zaman kaybetmeden, yerdeki gazete sayfasını kaldırarak tırtılları yemiştir. Bu deney, yarasanın yön bulma yeteneğinin görme duyusuyla ilgili olmadığını göstermektedir.

Bilim adamları yarasalarla ilgili deneylerine devam ettiler. Yeni deney uzun bir koridorda gerçekleştirildi. Bu defa bir uca yarasa, diğer uca ise yem olarak bir grup kelebek yerleştirildi. Ancak bundan önce koridoru diklemesine kesen, birbirine paralel duvarlar yapıldı. Daha sonra da bu duvarların her birinin farklı bir noktasına da, ancak bir yarasanın geçebileceği kadar genişlikte birer delik açıldı. Ama delikler her duvarın farklı bir noktasındaydı. Yani yarasanın bu duvarları aşması için adeta "slalom" yarışı yapan kayakçılar gibi sürekli manevra yapması gerekiyordu.

Bu deneyde yarasanın zifiri karanlık olan koridorda, ilk duvara yaklaştığında doğrudan deliğe doğru hareket ederek buradan kolaylıkla geçtiği gözlemlenmiştir. Bundan sonraki her duvarda aynı şey tekrarlanmıştır. Yarasa duvara çarpmak bir yana, duvar yüzeyindeki deliği aramaya bile gerek duymamıştır. Son duvarı da rahatlıkla geçen yarasa, yakaladığı kelebeklerle karnını doyurmuştur.

Bu durum karşısında hayranlıklarını gizleyemeyen bilim adamları, yarasanın algılamasındaki hassasiyeti anlamak için son bir deney daha yapmaya karar vermişlerdir. Bu kez amaç yarasanın algı sınırlarını daha kesin bir şekilde belirlemekti. Yine uzun bir tünel hazırlanmıştır. Tünel boyunca 0,6 mm kalınlığındaki çelik teller tavandan yere inecek şekilde dağınık bir tarzda gerilmiştir. Bu defa yarasa, deneyi yapanları bir kez daha şaşırtarak, gerili tellerden hiçbirine takılmadan, tek seferde aralarından geçerek yolculuğunu başarıyla tamamlamıştır. Yarasanın bu başarısı, 0,6 mm kalınlığındaki telleri bile uzaktan algılayabildiğini göstermiştir.

Yarasanın bu muhteşem algılama yeteneği, sahip olduğu bir sonar sistemine bağlıdır. Yarasa, etrafındaki cisimleri algılamak için, yüksek titreşimli ses dalgaları yayar. İnsanlar tarafından duyulamayan bu dalgaların yankıları yarasa tarafından algılanır ve böylece hayvan, içinde bulunduğu ortamın bir tür "harita"sını çıkarır. Yarasanın havada uçan küçücük bir sineği algılaması, çıkardığı seslerin sineğe çarpıp geri dönmesiyle oluşan yankıya dayanmaktadır. (Harun Yahya, Doğadaki Tasarım)

Yarasanın sonarla yön bulması, yaydığı seslerin kendisine geri dönme süresini hesaplaması sayesinde mümkün olmaktadır. Yarasa tiz sesli çığlıklar atmakta ve kendisine gelen yankılara göre odanın şeklini tespit etmektedir. Yarasanın çığlığı oda zeminine çarpıp geri dönmekte, yarasa da bu gidip-gelme süresine göre zeminin uzaklığını anlamaktadır. Tırtıl ise, odanın zemini üzerinde 0,5 ya da 1 cm. kadar yükseklik oluşturur. Yani tırtıl yarasaya zeminin genelinden 0,5 ya da 1 cm. kadar daha yakındır. Ayrıca tırtıl çok yavaş olsa da hareket etmekte, bu da kendine çarpıp yansıyan dalgaların frekansını değiştirmektedir. Yarasa, bu ufak farkları bile algılayarak yerde bir tırtıl olduğunu anlayabilmektedir. Yarasa bu işi yaparken hareket halindedir. Yarasanın böylesine bir hesap yapabilmesi mucizevi bir davranıştır.

Fizik kurallarına göre, hareket halindeki bir cisme çarpan sesin frekansı değişir. Bu yüzden, yarasa kendisinden uzaklaşmakta olan bir sineğe doğru ses dalgaları yaydığında, dönen ses dalgaları yarasanın duyamayacağı bir aralığa düşecektir. Bu nedenle yarasanın hareketli cisimleri algılamada büyük zorluklar yaşaması gerekir.

Ancak yarasalarda durum böyle olmaz. Yarasa, bu kuralı önceden bilircesine, hareketli cisimlere doğru yolladığı ses dalgalarını ayarlamaktadır. Örneğin yarasa kendisinden uzaklaşan sineğe en yüksek frekanslı ses dalgasını yollar. Bunun nedeni ses geri döndüğünde duyamayacağı kadar düşük bir frekansa inmemesini sağlamaktır.

Yarasanın beyninde, sonar sistemini denetleyen iki farklı tipte sinir hücresi bulunmaktadır. Bunlardan biri yansıyan ultrasonu algılarken, diğeri bazı kaslara komut vererek yarasanın çığlığını oluşturmaktadır. Bu iki sinir hücresi beyinde eş güdümlü çalışmaktadır. Yarasanın çığlığı bulunduğu ortamın durumuna göre frekans değiştirir. Bu şekilde yarasanın ihtiyacına en uygun şekilde kullanılmış olur.

Yarasadaki sonar sistem son derece kompleks bir yapıdır. Sistemin çalışabilmesi için tüm ayrıntıların kusursuz bir şekilde var olması zorunludur. Bunun için, yarasanın aynı anda hem yüksek frekanslarda ses yayacak yapıya, hem bu sesleri algılayıp analiz edecek organlara, hem de hareket değişikliklerine göre frekans ayarlaması yapan sisteme sahip olması gerekir.

Bilim adamlarının uzun uğraşılar sonucu ortaya çıkarabildikleri yarasanın tüm bu özelliklerini yaratan alemlerin Rabbi olan Allah ' tır. Çevremizde gördüğümüz ve özelliklerini öğrendiğimiz bütün varlıklar bize Allah ' ın üstün yaratışındaki mükemmelliği göstermektedir. Allah ' ın kusursuz yaratışı Kuran ' da şu şekilde bildirilmiştir:

"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)

Yarasalardaki Sonar Sisteminden Esinlenerek Tasarlanan Gözlük Neden İnsan Gözünün Yerini Tutamıyor?

Gözlüğü kullanan görme özürlüler belli bir alışma süresinden sonra engellere çarpmadan yürüyebilmekte hatta bisiklete bile binebilmekteler. Ancak gözlüğün tasarımcıları bunun hiçbir zaman insan gözünün yerini tutamayacağının ya da yarasadaki kadar kullanışlı olmayacağını ifade etmektedirler.
(Harun Yahya)

Konusunda uzman insanların kopyasını bile yapmakta zorlandıkları bu kusursuz özelliklerin yarasada tesadüfen oluşmuş olması elbette ki imkansızdır. Burada unutulmaması gereken bir konu da özellik olarak adlandırdığımız tüm detayların aslında iç içe geçmiş birbiriyle bağlantılı kompleks sistemler olduklarıdır. Bu sistemlerin tek bir parçasının dahi eksik olması tüm sistemin işe yaramaz hale gelmesi demektir. Örneğin, yarasalar ses dalgalarını yaysalar ama yaydıkları dalgaları geri algılayıp değerlendiremeseler sonar sistemi diye bir sistem olmayacaktır. (Yaratılış Mucizesi)

Canlılardaki bu eksiksiz ve kusursuz yaratılışa bilim literatüründe "indirgenemez komplekslik" adı verilir. Yani daha basite indirgendiğinde anlamsız ve işlevsiz hale gelecek bir sistem... Canlı organizmaların tümünde ve tüm sistemlerinde var olan bu "indirgenemez komplekslik" özelliği evrim teorisinin 'basitten gelişmişe kademeli evrim' şeklindeki temel mantığını tamamen çürütmektedir. Çünkü, son haline gelmeden hiçbir işe yaramayacak bir sistemin milyonlarca yıl varlığını koruyup tamamlanmayı beklemesinin hiçbir mantığı yoktur. Bir canlı ancak bütün sistemleri eksiksiz olduğunda yaşamını ve neslini sürdürebilir. Sistemdeki parçaların zamanla sözde bir evrimle tamamlanmasını beklemek gibi bir lüks de yoktur. Bu da tüm canlıların yeryüzünde ilk olarak ortaya çıktıklarında şimdiki gelişmiş ve eksiksiz yapılarıyla yaratılmış olduklarının açık bir delilidir. “Ve hayvanları da yarattı…” (Nahl Suresi, 5) ayetiyle bildirildiği üzere hayvanları da diğer tüm canlılar gibi üstün bir yaratılışla Yüce Allah var etmiştir.

Görme Engelliler İçin Sonar Baston

Yarasalar görme engellilerin kullanımına sunulacak titreşimli bastonların üretimine ilham kaynağı oldu. Benzer esaslara göre çalışan uçak kumanda sistemlerinin geliştirilmesi de planlanıyor.

Oldukça hafif olan elektronik baston, insan kulağının algılayamayacağı frekansta (ultrasonik) ses dalgaları yayıyor ve üç metre çapındaki çevrede bulunan objeleri üç boyutlu olarak haritalandırıyor. Yol üzerinde bir engelle karşılaşıldığında baston bunları algılıyor ve tutamak kısmındaki düğmelerin titreşmelerini sağlayarak görme engelli sahibini uyarıyor. Ürünün tasarımı, Leeds Üniversitesi’nde görevli araştırmacı ve yarasa uzmanı olan Dean Waters’a ait. Water, şu ana kadar yaklaşık 25 görme engelli insan üzerinde test edilen bastonun oldukça başarılı bulunduğunu belirtiyor. (Joanne Baker, “Sonar cane helps blind navigate”, Nature Science Update, 9 Eylül 2003)

Baston saniyede 60,000 ses titreşimi yayıyor ve geri dönen yankıları algılıyor. Baston üzerindeki düğmeler de görme engelli kullanıcının ultrasonik yansımaların kuvvetini ‘hissetmesini’sağlıyor. Hızlı ve kuvvetli bir sinyal objenin yakında olduğu anlamına geliyor. (Joanne Baker, ibid.)

Bir zoolog olan Waters, çalışmalarına ilgi çekebilmek için İngiltere’nin Manchester şehri yakınındaki Salford’da gerçekleştirilen bilim festivalinde ilginç bir gösteri sundu. Bu gösteride yarasa sonarını insan kulağına adapte eden bir yer tespit sistemi, insanlarca sanal gerçeklik ortamında objelerin yerini belirlemede kullanıldı. Bundaki fikir ise savaş uçağı pilotları için bazı kontrol sistemlerini işitme duyularıyla kumanda etmelerini mümkün kılabilecek sistemler geliştirmek. Pilotlar böylece gözlerini başka işler için serbest bırakabilecekler.

“Araba kullanırken hız göstergesine ve yola aynı anda bakamazsınız” diyor Waters. “Ama aynı esnada radyo dinleyebilirsiniz.” (Emily Singer, "Bat echoes used as virtual reality guide", 14 Eylül 2003, NewScientist.com haber servisi)

Waters, insanlar yarasadaki yüksek frekanslı ses dalgalarını üretemedikleri için, yarasa yer tespiti sesleri yollayan ve bunların frekansını insanın duyma aralığına indirgeyen bir sanal sistem geliştirdi. Kulaklık taktığı insanları bir odaya soktu ve onlardan sadece yer tespit seslerini kullanarak sanal bir böceği avlamalarını istedi. İnsanlar hedeflerini yarasa sesleriyle bulmada, stereo gibi bir ses kaynağını bulmada olduğundan daha başarılı oldular. Bu farklılık, yarasa çığlıklarının üç boyutlu ortamın sese dayalı bir haritasını çıkarmada özellikle daha iyi olmasından kaynaklanıyor.

Çığlıklar kısa olduğu için yankı keskin bir şekilde dönüyor. Bunlar aynı zamanda genişbant yapısındalar, yani hem yüksek hem de düşük frekanslarda bilgi içeriyorlar; Böylece yarasalar sesin yerini daha etkili bir şekilde belirleyebiliyor. Ayrıca yarasalar hedeflerine yaklaştıkları sırada seslerini dinamik olarak değiştiriyorlar, bir objeye yaklaştıklarında daha kısa çığlıklar kullanıyorlar.

Hem sonar baston hem de sanal yer tespit sistemi, kaynağını yarasalardaki bu üstün avlanma sisteminden alıyor. Bu durum şüphesiz, yarasalarda mükemmel çalışan bir tasarım bulunduğunun ve bunun en son teknolojiye ilham kaynağı olacak kadar üstün olduğunun da bir göstergesi.

Sonar bastona baktığımızda bunun belli bir amaca yönelik olarak tasarlandığını anlarız. Belli parçaların, ses yayacak ve bunların yankılarını algılayıp cisimlerin yerlerini belirleyebilecek şekilde özel olarak birleştirildiğini görürürüz. Bu özellikler, sonar bastona ilham kaynağı olan yarasada aynen mevcuttur. Yarasa sonarı, geceleri avlanan ve etrafını göremeyen bu canlıya avının yerini tespit etmede fayda sağlayan ve kulak, beyin gibi organların koordinasyonuyla çalışan mükemmel bir organdır. Mühendisler yarasadaki sonarı örnek aldıkları halde yarasa bunu başka canlılardan örnek alıp kendi vücudunda geliştirmiş değildir. Sonar bastondakinden çok daha karmaşık bir tasarıma sahip olan bu organın bilinçli olarak tasarlandığı açık bir gerçektir. Allah yarasayı örnek edinmeksizin yaratmıştır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)

Karanlıkta Yön Bulan Yarasaların Diğer Sırrı: Algılayıcı Hücreler

Yarasaların gece karanlığında ses dalgalarını kullanarak yön bulmalarını sağlayan mükemmel bir sonar sistemine sahip olduğu uzun zamandır biliniyordu. Ancak bilim adamları son olarak yarasanın yön bulma sisteminin sadece ses dalgalarını yayan ve yansıyan dalgaları algılayan harika bir yapıdan ibaret olmadığını keşfettiler. Yarasalar yön bulmak için aynı zamanda hassas algılayıcılar kullanıyorlardı.

Bilim adamları yaptıkları araştırmalar sonucunda yarasaların karanlıkta dahi kusursuz işleyen yön bulma yeteneğinin yalnızca sahip olduğu sonar sisteme bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Oysa yapılan son çalışmalar da göstermiştir ki; yarasaların yön bulma sistemini destekleyen çok sayıda hassas algılayıcıları da bulunmaktadır.

Yetenekli Merkel Hücreleri

Yarasanın derisinin üst kısmında küçük tepecikler oluşturan tüylü Merkel hücreleri, algılayıcı görevi görüyor. Yarasaların sahip olduğu bu algılayıcılar hava akımlarının yarattığı değişimlere karşı oldukça hassaslar. Bunu ilk ortaya koyan kişi ise Amerika'daki Ohio Üniversitesi'nde nörobiyolog olan John Zook olmuştur.

Zook, Merkel hücrelerinin işlevini anlamak için, bir yarasanın kanatlarındaki tüyleri bir krem ile dökmeyi başardı. Sonra da hayvanı serbest bırakarak uçuşundaki değişiklikleri gözlemledi.

Sonuç oldukça dikkat çekiciydi: Normalde oldukça rahat bir şekilde uçan yarasa, tüyleri alındığında irtifasını korumada güçlüklerle karşılaştı.

Merkel Hücrelerinin Yarasalar İcin Önemi Nedir?

Merkel hücreleri uçuş sırasında yarasanın kanadının üzerinden geçen havaya karşı son derece duyarlıdır. Uçuş sırasında oluşan türbülanslar (Rüzgarın beklenen hızından farklı bir biçimde ve beklenmeyen yönlerden gelen şiddetli hava akımı) tüycükleri uyarır. Tüycüklerdeki bu uyarılar ise, uçuş sırasında kanat pozisyonu ya da kıvrımları doğru hale getirerek yarasanın aerodinamik açıdan doğru bir pozisyon almasında kullanılır. Yarasa böylece havada hız kaybedip bocalamaktan kurtulmuş olur.

Her Algılayıcı Hücrenin İşlevi Aynı mıdır?

Zook yaptığı deneylerde kanat üzerinde farklı bölgelerdeki tüylerin farklı görevler üstlendiklerini de tespit etti: Kanatların uç kısımlarındaki tüyler, yarasanın uçuş dengesini kontrol altında tutmasını sağlıyor. Bu tüyler döküldüğünde uçuş sırasında hayvan sürekli yukarıya doğru ilerleme eğilimi gösteriyor.

Kanatların zara benzeyen kısımlarındaki algılayıcı hücreler ise farklı işlevlere sahip. Zook yaptığı bir deneyde bu algılayıcıların avlanma sırasında özel bir görev üslendiklerini doğrudan gözlemledi: Kanat gerildiğinde buralardaki algılayıcılar hemen sinirsel bir tepki veriyorlar. Yarasa gerilmeye duyarlı hücrelerin bulunduğu bu alanları daha çok avını yakaladığında kullanıyor.

Algılayıcılar ve Sonar Sistemi Evrimcileri Çaresiz Bırakıyor

Evrimcilerin yarasadaki sonar ve onu destekleyen uçuş sistemini tesadüflerle açıklama çabalarının tamamen sonuçsuz kaldığı açıktır. Tüycüklerin tüm ayrıntılarıyla kusursuz olarak var olması zorunludur. Tüycükler kanatların anlık pozisyonlarını haber vermeli, kanatları hareket ettiren kaslarla ve sonar sistemle uyumlu bir iş birliği kurmalıdırlar. Görüldüğü gibi yarasanın sonarı, tüycükler ve kanatlar birbirinden ayrılamayacak bir bütünlük içinde olmalıdır ki yarasanın uçuş sistemi işlevini yerine getirebilsin. Bu durum evrimcilerin kademeli evrim iddialarını geçersiz kılmak için yeterlidir. Elbette ki tüm bunlar rastlantılarla açıklanamaz. Yüce Allah yarasayı ve onun uçuş sistemini kusursuz bir biçimde yaratmıştır. Rabbimiz'in yaratma ilmi Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

“Eğer kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O'ndan başka İlah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir.” (Duhan Suresi, 7-8)


Yarasa


Dönem: Senozoik zaman, Eosen dönemi
Yaş: 54 - 37 milyon yıl
Bölge: Messel Oluşumu, Almanya

Milyonlarca yıllık yarasa fosilleri canlıların evrim geçirdiği iddiasını reddetmektedir. Bu fosillerin gösterdiği gerçek, canlıları Allah'ın yarattığıdır.

15 Ağustos 2010 Pazar

Ağaçkakanın Kafatasındaki Mekanik Sistem Allah'ın Sonsuz Yaratma Gücünün Bir Örneğidir

Ağaçkakanın Kafatasındaki Mekanik Sistem Allah'ın Sonsuz Yaratma Gücünün Bir ÖrneğidirBir insan başını sağlam bir betona arka arkaya, saniyede 10-15 vuruşa denk gelecek şekilde, hızlı bir şekilde vurduğunda bunun nasıl bir sonucu olacağını yaklaşık olarak tahmin edebiliriz. Bir ağaçkakanın gagasıyla ağacı delme hızı saatte yaklaşık olarak 40 km'dir. Büyük olasılıkla beyinde ciddi bir travma, beyin kanaması, ciddi bir zedelenme oluşacak, hatta bu durum ölümle bile sonuçlanabilecektir. Zihinde canlandırıldığında son derece yanlış ve tehlikeli olan bu olay, bu işlemi yapan söz konusu varlık bir ağaçkakan olduğunda son derece normal karşılanır. Ve bunu yapan bir ağaçkakan olduğunda, konunun tüm ayrıntılarında Allah’ın sonsuz ve mükemmel aklının tecellilerini görüyoruz. Eğer Yüce Rabbimiz Allah, ağaçkakanı kafatasındaki kendisine özgü, muhteşem mekanik sistem ile yaratmış olmasaydı, aynı olay onun için de öldürücü derecede tehlikeli olabilirdi.

Bilindiği gibi ağaçkakanlar, yuva yapmak ve yiyecek bulmak için, ağaç kabuklarına seri vuruşlar yaparlar. Bazıları bir saniyede 15-20 vuruş yapar. Kuşun iki vuruşu arasındaki zaman farkı, bir saniyeden çok daha azdır. Kuşun gagası her ağaca çarptığında kafası büyük bir sarsıntıya uğrar. Burada ki Allah’ın yarattığı olağanüstülük, bu şiddetli sarsıntıya rağmen beynin en ufak bir zarar görmemesidir. Peki bu nasıl mümkün olur? Böyle şiddetli ve arka arkaya devam eden bir sarsıntı serisinde nasıl olur da beyin küçük de olsa bir zarar görmez?

Burada Allah’ın sınırsız, sonsuz aklı ve sonsuz şefkatiyle dolu bir yaratma sanatı ile karşılaşırız.

Ağaçkakanın kiraz büyüklüğünde bir beyni vardır ve bu sarsıntılardan etkilenmemesinin sırrı boyun kaslarında gizlidir. Vurmaya başladığı anda, baş ve gagası tam bir doğru üzerine gelirler. Burada oluşacak en küçük bir sapma, kuş için hayati tehlike oluşturabilir ve beyninde yırtılma yapabilir. Ancak oluşan bu mükemmel doğruluk, kuşun zarar görmemesinin sebeplerinden birisidir. Kuşların büyük bir çoğunluğunda kafatası kemikleri birbirine yapışıktır, gaga ise çenenin hareketiyle açılır. Oysa ağaçkakanlarda durum farklıdır. Gaga ve kafatası vuruş sırasında oluşan şoku emen süngerimsi bir madde ile birbirinden ayrılmıştır. Hatta bu maddeye “şok emici” denir. Bu şekilde adlandırılması, çok kısa aralıklarla oluşan şokları emebilmesinden ileri gelir. Bu madde, her vuruşta oluşan şoku emip bir sonraki şoku karşılayacak duruma gelebilir. Üstelik bunu saniyede 15-20 vuruşun yapıldığı şartlarda başarır.

Açıkça görülüyor ki bu madde modern teknolojinin geliştirdiği tüm benzerlerinden üstündür. Ağaçkakanın kafatası ve üst gagasının olağandışı bir yöntemle bağlanmış olması, her vuruşta beyninin bulunduğu bölümün gagadan uzaklaşmasını, böylece şok emici ikinci bir mekanizma oluşmasını sağlar.

Buradaki tüm detaylar, iman eden bir kişinin imanının daha da derinleşmesine, pek çok kişinin de Allah’ın gücüne şahit olarak iman etmesine sebep olan yaratılış delilleridir. Ağaçkakanı var olduğu ilk günden beri bu özellikleriyle, yapısındaki bu mükemmel sistemle yaratan, sonsuz güç sahibi olan Allah’tır. Allah’ın yarattığı ilk ağaçkakan da, şu an halen yaşayan bir ağaçkakan da aynı özelliklere sahiptir. Tüm bu bilgiler, insanları Allah’ın kusursuz, çok çeşitli, ayrıntılarla dolu, mükemmel yaratma sanatını düşünmeye teşvik eder. Allah Kuran’da iman edenlerin göklerde, yerde, ikisinin arasında ve kendi nefislerinde yaratılan bu mükemmellikleri düşünmelerini bildirmiştir. Mümin bu düşünmeyle imanında derinleşir, her işinde Allah’a yönelip döner, sonsuz kudret sahibi olan Rabbimiz Allah’ın her şeyi örneksizce yarattığına, yaratmada eşi ve benzeri olmadığına bir kez daha tanık olur.

Şüphesiz, müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 3-4)

Buraya kadar anlattıklarımız ağaçkakanların genel özelliklerinden sadece birkaçıdır. Bunların yanı sıra her ağaçkakan türünün kendine özgü pek çok ilginç özellikleri vardır. Örnek olarak palamutları ağaçlarda saklayan bir ağaçkakan türünü ele alalım.

Meşe palamudu ağaçkakanı yaz boyunca ölü bir ağaç kütüğünün üzerinde sürekli olarak "delikler" açar. Çünkü yaz sonunda bu delikleri kışın yiyeceği meşe palamutlarıyla dolduracaktır. Meşe palamutlarını her deliğe birer tane olacak şekilde adeta çekiçle çakar gibi yerleştirir. Fakat bu işlem ağaçkakan için oldukça uzun sürer. Çünkü önceden hazırladığı deliklerin büyüklüğüne uygun büyüklükte palamudu bulup yerleştirmeye çalışır. Eğer delik büyük olup palamut küçük olursa, gevşek duran palamut diğer kuşlar tarafından rahatlıkla alınabilir. Tam tersine delik küçük olup da palamudu zorla deliğe sıkıştırmaya çalışırsa bu kez palamut zarar görür. Bu nedenle deneme yanılma yöntemini uygulayan ağaçkakanın işi çok uzun sürer.

Ağaçkakanın işi bu kadarla da bitmez. Zaman geçtikçe palamutlar kurudukları için küçülürler. Bu ise ağaçkakanın kuruyan palamutları çıkarıp yenileri ile değiştirmesi demektir. Üstelik ağaçkakanlar bunu 5-10 palamut için yapmazlar. Meşe palamudu ağaçkakanları büyük bir ağaçta bu palamutlardan yaklaşık 50 bin tanesini depolayabilirler.

Bu ilginç özellikleri biraz düşündüğümüzde ağaçkakanlara bütün bunları öğreten çok üstün bir gücün olduğunu anlarız. Bu üstün gücün sahibi Allah'tır. Allah ağaçkakanların gagalarını ağaçları delecek dayanıklılıkta yaratmıştır. Ayrıca yaptıkları tüm işleri onlara öğreten de Allah'tır. Allah'tan başka hiçbir ilah, hiçbir Yaratıcı yoktur. Allah herşeyi Kendisi'nin yarattığını bize şöyle haber vermektedir:

İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. (Enam Suresi, 102)

Tuzaklı Ağaçkakan Yuvası

Yuvalarını gagalarıyla vurarak oluşturdukları ağaç kovuklarında yapan ağaçkakanlar, bu yuvaları yaparken hiç zorluk yaşamazlar. Bunun sebebi, barınmak için özellikle çam ağaçlarını tercih etmeleridir. Ağaçkakanlar, bir çam ağacını delmeye başlamadan önce ilk iş olarak o ağacın yaşına bakar ve 100 yaşını geçmiş olanları tercih ederler. Çünkü 100 yaşını geçmiş olan çam ağaçları, gövdelerini saran sert ve kalın kabuklarının yumuşamasını sağlayan bir hastalığa yakalanırlar. Birçok kişinin ilk defa duyduğu ve bilimin son yıllarda keşfettiği bu bilgiyi, ağaçkakanlar ise yüzyıllardır bilmektedirler.

Ağaçkakanların çam ağaçlarını tercih etmelerindeki sebep yalnızca bu değildir. Ağaçkakanlar yuvalarının kenarlarına çukurlar kazarlar. Başlangıçta fonksiyonu anlaşılamayan bu çukurların, daha sonra çok büyük bir tehlikeden onları koruduğu ortaya çıkarılmıştır. Zamanla çam ağaçlarından akan yapışkan reçine bu çukurları doldurur ve böylece ağaçkakanların yuvalarının çevresi, en büyük düşmanları olan yılanlardan korunabilecekleri şekilde bir göletle çevrilmiş olur. Ağaçkakanın bu tuzak yöntemini kendiliğinden bulmuş olamayacağı açıktır.

O da yeryüzündeki tüm canlılar gibi her şeyin Yaratıcısı olan üstün güç sahibi Rabbimiz Allah'ın ilhamıyla hareket etmektedir.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Manevra Uzmanı Bir Böcek: Yusufçuk

Bugün bilim adamları Allah’ın yarattığı mükemmel canlıları ve bu canlıların sistemlerini örnek alarak birçok teknolojik ürün tasarlamaktadırlar. Rabbimiz’in kendisine bahşettiği üstün özellikleriyle yusufçuk da günümüz teknolojisi için önemli bir ilham kaynağıdır.

  • Peki yusufçuklar hangi özellikleriyle, helikopter teknolojisine ilham kaynağı olmuştur?

  • Bu canlıların sağlam olduğu kadar esnek bir zırha sahip olmasının önemi nedir?

  • Kompleks bir uçuş sistemine sahip olan yusufçukların metamorfozu (başkalaşım) esnasında neler yaşanır?

İnsanlar uçabilmenin yollarını bulmak için yıllarca araştırma yapmış, çeşitli dönemlerde farklı denemelerde bulunmuşlardır. İlk uçağın yapılmasından bugüne ise yaklaşık yüzyıl geçmiştir. Bu arada binlerce değişik modelde uçak geliştirilmiş ve on binlerce bilim adamı daha iyi uçabilen makineler yapmak için çalışmışlardır. Sonuçta da ortaya bugün kullanılan mükemmel uçuş makineleri çıkmıştır.

Uçmak büyük bir avantajdır. Ancak bu avantaj, ne kadar kontrol altına alınırsa, o kadar etkili olur. Gerektiğinde havada asılı durmak veya istenilen noktaya dikine iniş yapabilmek, en az uçabilmek kadar önemlidir. İşte bu yüzden insanlar manevra yeteneği yüksek bir uçuş makinesi geliştirmişlerdir: Helikopter...

Ancak günümüz helikopterlerinin uçuş teknolojisi, çok küçük ve canlı bir "makinenin" uçuş teknolojisi ile karşılaştırıldığında oldukça ilkel kalmaktadır. Bu canlı uçuş makinesi; yusufçuk böceğidir.

Helikopterin İlham Kaynağı: Yusufçuk

Yusufçukların uçuş sistemi bir tasarım harikasıdır. Dünyanın önde gelen helikopter üreticisi Sikorsky, helikopter tasarımlarından birini yusufçuğu örnek alarak gerçekleştirmiştir. ( “Exploring The Evolution of Vertical Flight – at The Speed of Light”, Discover, Ekim 1984, s44-45) Bu projede Sikorsky’e yardım eden IBM firması, yusufçuğun resmini bir bilgisayara (IBM 3081) yükleyerek çalışmaya başlamıştır. Bilgisayarda, yusufçuğun havadaki manevraları da göz önüne alınarak 2000 adet özel çizim gerçekleştirilmiştir. Çalışma sonunda yusufçuktan alınan örneklerle Skorsky’nin asker ve mühimmat taşımak için ürettiği model ortaya çıkmıştır.

Yusufçuğun Muhteşem Kanatları

Yusufçuğun vücudundaki sistemin en önemli kısmını kanatları oluşturur. Böceklerin iskeletleri “kitin” adlı bir dizi eklemli sert tabakadan meydana gelmektedir. Bu tabakalar dış iskelet yapısını oluşturacak kadar sağlam nitelikte yaratılmıştır. Aynı zamanda uçma kaslarının etkisiyle esneyebilme özelliğine de sahiptir. Kanatlar ise hem öne-arkaya hem de yukarı-aşağı hareket edebilirler. Kanatların bu hareketi, kendilerini gövdeye bağlayan kompleks bir eklem yapısı sayesinde gerçekleşir. Yusufçuğun sırtında, biri önde diğeri arkada olmak üzere iki çift kanat vardır. Kanatlar karşıt zamanlı olarak çalışır. Diğer bir ifadeyle, öndeki iki kanat yükselirken, arkadaki iki kanat alçalır. Kanatların hareketi iki karşıt kas grubunun hareketi ile sağlanır. Kasların bir ucu gövdenin içinde kaldıraç şeklindeki uzantılara bağlıdır. Bir kas grubu kasılarak bir çift kanadın yükselmesini sağlarken, öteki kas grubu da aynı oranda esneyerek ikinci çiftin alçalmasını sağlar. Helikopterler de aynı yöntemle alçalıp yükselir. Bu nedenle yusufçukların diğer bir adı da “helikopter böceği”dir.

Kompleks Bir Uçuş Sistemi...

Doğa fotoğrafçısı Gillian Martin, yusufçukları incelemek amacıyla 2 yıl süren bir çalışma yürütmüştür. ( “ Helikopter Böceği”, Star. 16 Ağustos 1984, s.32-33) Bu çalışma sonunda elde edilen bilgiler, bu canlıların son derece kompleks bir uçuş sistemine sahip olduklarını göstermektedir.

Manevra Yeteneğini Artıran Gövde... Yusufçuğun vücudu, metalle kaplanmış izlenimi veren halkalı bir yapıya sahiptir. Buz mavisinden bordoya kadar çeşitli renklerdeki gövdenin üzerinde çaprazlama yerleşmiş iki çift kanat bulunur. Bu yapı sayesinde, yusufçuk çok iyi bir manevra yeteneğine sahiptir. Uçuşu hangi hızda ve hangi yönde olursa olsun, aniden durup ters yönde uçmaya başlayabilir. Veya havada sabit durup avına saldırmak için uygun bir pozisyon bekleyebilir. Bu durumda iken olduğu yerde kıvrak bir dönüş yaparak avına yönelebilir. Çok kısa bir zaman içinde, böcekler için olağanüstü bir hıza; saatte 40 km’ye ulaşır (Olimpiyatlarda 100 m koşan atletlerin hızı saatte 39 km kadardır).

Sağlam ve Esnek Zırh... Yusufçuk, saatte 40 km hızla avına çarpar. Çarpmanın şoku çok şiddetlidir. Fakat yusufçuğun zırhı hem çok sağlam hem de çok esnektir. Zırhın bu esnek yapısı çarpmadan doğan enerjiyi emerek böceği rahatlatır. Ama aynı şeyi avı için söylemek mümkün değildir. Yusufçuğun avı, çarpmanın neden olduğu şok ile ya tamamen sersemler ya da ölür.

Çevik Arka Bacaklar... Çarpışma sonrasında, yusufçuğun en etkili silahları olan arka bacakları devreye girer. Uçuş sırasında arkaya doğru kıvrık olan bacaklar, hızla öne açılarak sersemlemiş olan avı havada yakalar.

Yüce Rabbimiz sonsuz aklını, bilgisini, kudretini yusufçuk böceğinde tecelli ettirmiş, onu teknolojik gelişmeler için bir ilham kaynağı kılmıştır. Canlıların sahip oldukları tüm özellikler inanlar için birer mucizedir. Rabbimiz bir Kuran ayetinde şöyle buyurur:

“ Şüphesiz, müminler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Sizin yaratılışınızda ve türetip yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır." (Casiye Suresi, 3-4)

Dünyanın En İyi Böcek Gözü... Çok yüksek hızlarda uçarken ani manevralar yapabilen yusufçuğun görme yeteneği de kusursuzdur. Yusufçuk gözü, dünyanın en iyi böcek gözü olarak kabul edilir. Her birinde 30.000 kadar ayrı mercek bulunan bir çift göze sahiptir. İki yarım küreye benzeyen ve başının yarısı kadar yer kaplayan gözler, böceğe çok geniş bir görüş sahası sağlar. Yusufçuk, gözleri sayesinde neredeyse arkasında olup bitenleri bile gözleyebilir. ( David Attenborough, Yaşadığımız Dünya, İstanbul: İnkılap Kitapevi, 1982, s.52)

Uzun yıllar yapılan bilimsel araştırmalar sonucu doğadaki milyonlarca canlı hakkında ortaya çıkan bilgiler, canlılardaki sistemlerin çok üstün özellikler içerdiğini göstermektedir. Bunlardan biri olan yusufçuğun özellikleri, Allah’ın yaratışının mükemmelliğini gösteren yaratılış delillerinden biridir.

Görüldüğü gibi yusufçuk, her biri tek tek mükemmel yapıya sahip bir sistemler bütünüdür. Bu sistemlerin hepsi en ideal şekilde yaratılmıştır ve yusufçuk bu sayede yaşamını kolayca sürdürür.

Larva Halindeki Yusufçuklar Nasıl Metamorfoz Geçiriyor?

Yumurtadan çıkan larva 3-4 yılını suyun içinde geçirir. Bu süre içinde yakalayabildiği herşeyi yiyerek iştahla beslenir. Bunun için, bir balığı yakalayabilecek hızda yüzmesini sağlayan bir vücut ve avını parçalayabilecek güçte çenelerle yaratılmıştır. Larva büyüdükçe vücudunu saran deri ona dar gelir. Kendine dar gelen bu kıyafetini değiştirir. Metamorfoz denilen bu değişim esnasında ise şunlar yaşanır:

1. İlk olarak eski larvanın sırtı çatlar. Çatlak baştan sona doğru genişleyerek bir yarık halini alır. Bu yarığın içinden, sudaki canlı ile hiçbir ilgisi olmayan bir başka canlı çıkmak için çabalamaktadır. Son derece narin görünen bedenini, eski bedenin içinden çıkan ve onu emniyet kemeri gibi saran bağlar tutmaktadır. Bu bağlar ideal bir sağlamlık ve esneklikte yaratılmıştır. Eğer bağlar daha sert ve sağlam olsaydı, böceğin yarığın içinden doğrulması imkansız olacaktı. Aksi durumda ise bağlar yeni vücudu taşıyamayarak kopacaktı. Bu da henüz gelişmemiş olan larvanın suya düşüp ölmesine neden olacaktı.

2. Öte yandan yusufçuğun kabuk değiştirme işlemini kolaylaştıracak özel mekanizmalar devreye girer. Yusufçuğun yeni vücudu, eskisinin içinde iken sıkışıp büzülmüştür. Bu vücudu “açabilmek” için, özel bir pompa sistemi ve bu pompada kullanılan özel bir vücut sıvısı yaratılmıştır. Yarıktan dışarı çıkan kısımlara vücut sıvısı pompalanarak, böceğin sıkışıp büzüşmüş haldeki kısımları genişletilir.

3. Bu arada işlemeye başlayan kimyasal çözücüler, yeni bacaklara hiçbir zarar vermeden, eski bacaklarla olan bağı koparır. Bacaklardan bir teki eski zırhın içine sıkışırsa bu bir felaket olacaktır, fakat işlem kusursuzca gerçekleşir. Yusufçuk, bacaklarını denemeden önce yirmi dakika kadar kurumalarını bekler.

4. Kanatlar önceden gelişmiştir, fakat katlı bir durumdadır. Güçlü vücut kasılmaları ile kanat damarlarına vücut sıvısı pompalanarak buradaki dokuların iyice gerginleşmesi sağlanır. Yusufçuk kanatlar uzayıp gerildikten sonra kanatların kurumaları için de bir süre bekler.

5. Eski vücut tamamen terk edildikten ve kuruma işlemi de tamamlandıktan sonra yusufçuk bütün ayakları ve kanatlarını bir denemeye tabi tutar. Bacaklar tek tek bükülüp açılır, kanatlar ise kaldırılıp indirilir.

6. Nihayet böcek uçmak için yaratılmış formunu kazanır. Yusufçuk son olarak pompalama işleminin başarıyla çalışması için fazla vücut sıvısının son damlasını da dışarı atar. Artık metamorfoz tamamlanmıştır, böcek uçmaya hazırdır.

Sonuç:

140 Milyon Yaşındaki Yusufçuklar Evrimi Yalanlıyor

Yusufçuğun manevra kabiliyeti ve metamorfoz gibi özelliklerinde de görüldüğü üzere, doğadaki hayranlık uyandıran sistemler, Rabbimiz’in sonsuz ilminin delillerinden biridir.

Yusufçuklar hakkında önemli bir detay daha vardır: Fosil kayıtları, ilk yusufçukların günümüzdeki örneklerinden tamamen farksız olduğunu göstermektedir. 140 milyon yıl öncesine ait yusufçuk fosili yanına yerleştirilmiş canlısı arasında hiçbir fark yoktur.

Yusuçuk Fosili, 150 Milyon Yıllık







YUSUFÇUK
FOSİL NO: SI0074
YAŞ:150 milyon yıllık
DÖNEM:Jura
BULUNDUĞU YER:Beipiao, Liaoning, Çin
YAŞAYAN ÖRNEKLERİ:
DETAY RESİMLERİ:
Detay 1
Detay 2
DİĞER DİLLER:
DİĞER BİLGİLER:
Yüz milyonlarca yıldır yapısını koruyan yusufçukların kanat yapıları ve uçma mekanizmaları, dünyanın önde gelen helikopter üreticileri tarafından örnek alınmaktadır. Yusufçuğun sahip olduğu kanat yapısı ve kanatlarını en verimli şekilde kullanmasını sağlayan gelişmiş uçuş mekanizması, bundan 150 milyon yıl önce de mükemmel bir şekilde çalışmaktadır. Bugün de aynı sistemle çalışmaya devam etmektedir. Bu durumun Darwinistler tarafından açıklanması mümkün değildir. Milyonlarca yıllık yusufçuk fosilleri evrimcilerin iddialarını yerle bir etmektedir.


Bu gerçekler, evrim teorinsin geçersizliğini ve yusufçuk böceğinin de, dünyadaki tüm diğer canlıların da nasıl var olduklarını göstermektedir. Tüm canlılar, ilim bakımından her yeri sarmış olan Yüce Allah tarafından yaratılmıştır ve her canlı O'nun varlığının bir delilidir.

Allah’tan başka hiçbir güç, tek bir sineği bile yaratmaya güç yetiremez. Bu gerçek Allah tarafından Kuran’da şöyle bildirilmiştir.

Ey insanlar, (size) bir örnek verildi; şimdi onu dinleyin. Sizin, Allah’ın dışında tapmakta olduklarınız – hepsi bunun için bir araya gelseler dahi- gerçekten bir sinek bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapacak olsa, bunu da ondan geri alamazlar. İsteyen de güçsüz, istenen de. ( Hac Suresi, 73)

Yusufçuk

Fosil Bilgisi

Yaş:
125 milyon yıllık

Dönem: Kretase

Bulunduğu yer: Santana Oluşumu, Araripe

Havzası, Brezilya

Bugüne kadar, evrimcilerin iddia ettikleri gibi bir sürecin yaşandığını gösterebilecek tam gelişmemiş, yarım kanatlı, yarım gözlü tek bir tane bile yusufçuk fosili bulunmamıştır. Bulunan her yusufçuk fosili, bu canlının var olduğu ilk günden itibaren tam ve kusursuz olduğunu ve soyu devam ettiği müddetçe de hiç değişmediğini göstermiştir. Resimdeki 125 milyon yaşındaki yusufçuk fosili de bu gerçeği teyit eden bulgulardan biridir. Günümüzdeki yusufçukların sahip oldukları tüm özelliklere, 125 milyon yıl önce yaşamış yusufçuklar da eksiksiz olarak sahiptir. Başta fosil kayıtları olmak üzere, bilimsel kanıtlar evrim teorisinin geçersiz olduğunu ispatlamıştır. Bunun anlamı, canlıların sonsuz güç sahibi olan bir Akıl tarafından yaratıldığıdır. Bu aklın sahibi ise hiç kuşkusuz herşeyin Yaratıcısı olan Allah'tır.

www.evrimcilerinitiraflari.com





Kanatlı böcekler, fosil kayıtlarında bir anda ortaya çıkarlar ve ilk belirdikleri anda bugünkü kusursuz yapılarına zaten sahiptirler. Üstteki 320 milyon yıllık yusufçuk fosili, bilinen en eski yusufçuktur ve günümüzdekilerden farksızdır. Hiçbir "evrim" yaşanmamıştır.