24 Kasım 2010 Çarşamba

Sinek Kuşunun Hayranlık Verici Özellikleri



колибри

Hızı ve manevra kabiliyetiyle dikkat çeken sinek kuşu çok yüksek bir performansa sahiptir. Gösterişli bir tüy yapısına sahip bu küçük kuşun üç yüzden fazla türü vardır; ve bazılarının boyu yalnızca yetişkin bir kişinin serçe parmağı kadardır.

Sinek kuşunun en bilinen özelliği, çok hızlı kanat çırpması ve üstün manevra kabiliyetidir. Sinek kuşu saniyede 50-80 defa kanat çırpabilir. Bu hızı, sinek kuşu ufacık bedeniyle nasıl olup da yakalamaktadır? Organları bu hıza nasıl dayanmakta, sinek kuşu bu kadar enerjiyi nereden bulmaktadır?

Üstelik sinek kuşu havada asılı kalabilir ve saatte 90 kilometreyi aşan bir sürati yakalayabilir. Ayrıca sırtüstü ve yan durarak uçma, inişe geçmişken U dönüşü ile tekrar yükselerek pike yapma gibi farklı yeteneklere de sahiptir.

Dakikada 1260 Kez Çarpan Kalp

Sinek kuşu böylesine hareketli ve hızlı bir yaşam sürdürürken büyük miktarda enerjiye ihtiyaç duyar elbette. Vancouver Sun'da çıkan bir makalede sinek kuşlarının çok fazla enerji gerektiren bu uçuş tekniklerini kullanırken ne kadar kalori yaktıkları hesaplanmış. Sinek kuşunun bir günde tükettiği enerji miktarına anlaşılır bir örnek verirsek; bu sayı bir insanın günde 1300 hamburgerin vereceği kaloriyi yakması anlamına geliyor. Aynı makalede kuş uzmanı John Morton "Onların enerji seviyesinde güç sarfetseydik kalplerimiz dakikada 1260 kez çarpar, vücut ısımız 3850 C dereceye yükselir ve alev alev yanardık" diyor.

Tüm bu hareketlilik sinek kuşunun alev topuna dönüşmesine neden olmaz, hatta sinek kuşunun vücudu bunca harekete karşı yıpranmaz. Öyle ki diğer kuşlar altı sene kadar yaşarken sinek kuşunun ömrü on seneye yaklaşır.

Sinek kuşunda, tempolu yaşam biçimine uygun kusursuz bir tasarım vardır ve bu tasarım Allah'ın üstün yaratışının delillerindendir. Tüm canlıların rızkını veren yüce Allah sinek kuşuna bu yoğun tempoyu kaldırabilmesi için muhteşem bir beslenme yolu öğretmiştir. Kuş ihtiyaç duyduğu yakıtı çiçeklerden nektar biçiminde alır. Allah sinek kuşlarına, nektarı alabilmeleri için çiçeğin içine kadar girebilen iğne gibi bir gaga vermiştir. Eğer çiçeğin tacı çok uzunsa kuş, nektara ulaşabilmek için tacı deler. Ayrıca sinek kuşunun dili de özel olarak tasarlanmıştır, nektarı alabilmek için iki oluk yapabilecek şekilde kenarlarından kıvrılmaya müsait bir yapıdadır. Kuşun dili bu durumdayken sırtüstü duran 3 sayısına benzer. Kuş bu şekilde nektarı müthiş bir hızla, saniyede 13 kez yalayabilir ve ihtiyaç duyduğu yakıtı çok kısa sürede alabilir.

Sinek Kuşu Uçuş İçin Tasarlanmıştır

Sinek kuşu eşsiz tasarımı sayesinde farklı şekilde kanat çırpmaktadır. Bu kanat sayesinde çiçeği delebilmekte, çicekteki nektarı alana kadar havada asılı biçimde kalabilmekte ve gagasını çiçekten çıkarmak için sırtüstü uçabilmektedir ve bu sayede yeterli besin de toplayabilmektedir. Sinek kuşu, çiçekle karşılaştığında aniden durur ve bedenini yaklaşık 45 derecelik bir açıyla eğik hale getirir. Bu durumda kanatlarını aşağı yukarı değil ileri geri çırpar. Sinek kuşunun kanatları omuzdan itibaren tüm yönlere dönebilir.

Kuş havada asılı dururken her kanat çırpışı 8 sayısına benzer bir figür çizer. Sinek kuşunun kanat çırpışı o kadar hızlıdır ki insan gözüyle görülmez, bulanık bir görüntü oluşur. Kuşun güçlü göğüs kasları bunun için özel olarak tasarlanmıştır, bu yüzden göğüs kasları vücudunun toplam ağırlığının üçte birini oluşturur. Görüldüğü gibi sinek kuşunun yapısı her yönden bilinçli bir tasarıma işaret eder.


Sinek kuşlarının özellikleri bunlarla da bitmez. Kızıl kuşlar her yıl Alaska'dan Meksiya'ya kadar olan büyük bir mesafede yol alırlar. Kuzey Amerika'nın batısındaki yakut boğazlı sinek kuşları uçarak Meksika Körfezi'ni aşarlar. Yola çıkmadan evvel vücut ağırlığının yarısına eşit bir yağ tabakası depolarlar. Normal ölçülerde bu miktar, Körfezi aşmak için yeterli değildir, ama sinek kuşu bu uzun yolculuğu yine de tamamlar.

Çok ufak ve hareketli olan sinek kuşları yoğun tempolarından ötürü yorgun düşerler. Bu nedenle her gece 12 saatlik derin bir uykuya dalarlar. Bu, enerji gereksinimlerini karşılamalarını sağlar.

Kuşlar Dengelerini Nasıl Sağlar?

Kuşlar hem havada hem de karada çok dengeli hareket ederler ve bu dengenin dikkat çekici iki ayrı yönü vardır. Bunlardan biri, uçarken dengelerini hiç yitirmemeleri, gökyüzünde rahatlıkla süzülmeleri; ikincisi ise yere indiklerinde incecik bir çubuk, dal ya da tel üzerinde düşmeden durabilmeleridir.

Kuşlar üzerine yakın zamanlarda yapılan araştırmalar, diğer canlılardan farklı olarak kuşlarda iki ayrı denge organının olduğunu ortaya çıkardı. Bildiğimiz denge organı iç kulağın yanı sıra, kuşların leğen bölgesinde bir denge organının daha bulunduğu açıklandı. Bilim adamları iç kulaktaki denge organının uçuş sırasındaki hareketleri yönlendirdiğini, leğen bölgesindeki ikinci organın ise kuşların dik olarak yürümesini ve durmasını sağladığını söylüyorlar. Leğen bölgesindeki denge sisteminin keşfedilmesiyle Allah'ın bu canlıları iki ayrı denge organıyla kuşatmış olduğu öğrenildi. (Harun Yahya, Doğadaki Mühendislik)

Bütün bunlar ancak üstün yaratış ve sonsuz merhamet sahibi Allah'ın dilemesi ve yarattıklarını koruyup gözetmesiyle mümkün olur.

"Onlar, üstlerinde dizi dizi kanat açıp kapayarak uçan kuşları görmüyorlar mı? Onları Rahman (olan Allah)'tan başkası (boşlukta) tutmuyor. Şüphesiz O, herşeyi hakkıyla görendir." (Mülk Suresi, 19)

Hangi Çiçeklerden Nektar Aldığını Hatırlayan Sinek Kuşları

http://birdaday.com/wp-content/uploads/hummingbird/human_hummingbird_feeder_4.jpg

  • Sinek kuşu, çok hızlı sarfettiği enerjiyi aynı şekilde telafi edebilir. Bu başarısında beslenmesinin zamanla olan yakın ilişkisi önemli rol oynar. Beslenirken nektarsız çiçeklere yönelerek vakit ve enerji kaybetmemeleri çok önemlidir. Allah sinek kuşlarının bu hayati ihtiyaçlarına karşılık mucizevi bir özellik yaratmıştır. Parmak ucundan biraz büyük olan bu canlılar ne zaman ve hangi çiçeklerden nektar aldıklarını hatırlayabilmektedirler. Bu sonuca, İngiliz ve Kanadalı bilim adamları, Kanada'nın Rocheuses dağlarında, 3 tane erkek sinek kuşunun 8 yapay çiçekten beslenme zamanını inceleyerek ulaşmışlardır. 8 yapay çiçekten 4'üne 10 dakika, diğer 4'üneyse 20 dakika arayla nektar konulmuştur. Sinek kuşlarının, 10 dakika arayla nektar konulan çiçeklere 10 dakika sonra, 20 dakika arayla nektar koyulanlaraysa 20 dakika sonra geldikleri gözlenmiştir.

  • Sürekli beslenmek zorunda olan bu canlılar yüksek enerji ihtiyaçlarını, Allah’ın onlara bir nimet olarak verdiği mükemmel hafızaları sayesinde, gereksiz zaman ve çaba harcamadan rahatlıkla giderirler. Günde yüzlerce çiçekten nektar almalarına rağmen hangi çiçeği daha önce ziyaret ettiklerini hatırlar ve tekrar aynı çiçeklere yönelmezler. Belli bir zaman geçtikten sonra çiçekler nektarlarını yeniler. Sinek kuşları için kuru çiçekleri ziyaret ederek vakit kaybetmemek çok önemlidir. Özellikle yapısal olarak diğer çiçeklere göre daha fazla miktarda nektara sahip olan çiçekleri hatırlamak bu kuşlar için daha verimlidir.
  • Hurly, sinek kuşlarının, çiçeklerin tekrar eden nektar dolum zamanlarını öğrendiklerini ve böylece kuru olan bir çiçeğe asla gitmediklerini belirlemiştir. Araştırması bu kuşların en az sekiz çiçeğin zamanlamasını hatırlama yeteneğine sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Hurly: “Sinek kuşları beyinlerinde sekiz ayrı durak zamanı varmış gibi hareket eder.” yorumunda bulunmuştur. (Hurly's Hummingbird Research Makes Headlines)

  • Sinek kuşunun bu inanılmaz akıl performansı ile karşılaşan Hurly benzer bir araştırmayı sınıfındaki öğrenciler arasında yapmaya karar vermiştir. Araştırmanın sonucunda şu yorumda bulunmuştur: “Nektar yerine onlara şeker verdim. Benim öğrencilerimin beyinleri bir sinek kuşuna kıyasla 7,000 kez daha büyük olmasına rağmen, onlar bu küçük kuşla aynı performansı gösteremediler ve şeker verme dakikalarını hatırlamada güçlük çektiler.” (Hurly's Hummingbird Research Makes Headlines)

  • Burada anlatılmakta olan canlının 3 gram ağırlığında ve insanın beyninden 7 bin kat küçük bir beyne sahip olduğu unutulmamalıdır.
  • 3 gram ağırlığında olan beyni insan beyninden 7 bin kat küçük olan bu kuş pek çok çiçeğin nektar dolum dakikalarını hatırlayabilmektedir. Bu küçük canlı böyle olağanüstü bir olayı nasıl başarmaktadır? İnsan beyninin hatırlamakta güçlük çektiği bir işlemi hatasız bir biçimde nasıl yerine getirebilmektedir? Evrimciler bu gibi sorulara mutasyon iddialarıyla cevap verememektedirler.

  • Peki bir kuş yüksek metabolizması nedeniyle enerjisini gereksiz yere harcarsa, ölebileceğini düşünebilir mi? Sonrasında buna bir çözüm olarak mükemmel bir hafıza geliştirmeye karar verebilir mi? Bu minik kuş çiçeklerin biten nektarlarının bir süre sonra tekrar dolduğunu nereden bilmektedir? Kolunda alarmlı bir saat varmış gibi tam dakikası dakikasına çiçeklerin nektar dolum saatlerini nasıl tespit etmektedir? Ona bu uzmanlığı öğreten kimdir? Tüm canlıların tesadüflerle var olduğunu iddia eden evrimciler bu sorulara da asla cevap veremezler? Çünkü bu soruları evrim teorisinin mekanizmalarının hiçbiri cevaplayamaz. Bu soruların tek cevabı Allah’ın bu kuşlarda tecelli eden yaratma gücüdür. Allah sonsuz güç sahibidir. Dilediği varlığa dilediği özelliği verir. Beyni bir gramdan az olan bir canlıya hafıza yeteneği verebilir. Allah yarattığı her canlıya ihtiyacı olan rızkı da vermektedir. Kuran’da Allah şöyle bildirmektedir:

"Yeryüzünde hiç bir canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır." (Hud Suresi, 6)

Allah sinek kuşuna rızkını nereden, ne zaman ve nasıl alacağını ilham etmektedir. Allah yeryüzünde ve gökyüzünde olan tüm canlıları her an yaratmaktadır. Her nefes O’nun izin vermesi ile alınır. Canlıların bedenlerinde gerçekleşen hayati her işlemi Allah bilir çünkü o işlemleri yaratan O'dur. Tüm canlılar Allah’ın denetimi altındadır:

"Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiç bir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)" (Hud Suresi, 56)

19 Kasım 2010 Cuma

Kirazın İnsan Sağlığına Faydaları

Yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları) (Vakıa Suresi, 28)

Kiraz, vücudu zehirli maddelerden temizleyen bir meyvedir. Böbrekleri etkili bir biçimde çalıştırır, dolayısıyla vücutta biriken üre asidi ve ürat tuzlarının dışarı atılmasını sağlar. Bu sayede romatizma, kireçlenme ve damar sertliği gibi hastalıklar da önlenmiş olur. Ayrıca kirazda bulunan kinik asit, böbreklerin kum ve taş yapmasını önler, eğer böyle bir şey varsa da zamanla dökülmesini sağlar. Kirazın böbrek taşının yanında, safra taşını da düşürücü etkisi vardır. Bundan başka kandaki zararlı maddeleri dışarı atarak kanı temizler. Dolayısıyla kan kirlenmesi sonucu meydana gelen sivilce benzeri cilt bozukluklarını gidermiş olur.

Böbrek, safra kesesi, cilt ve kana sağladığı faydaların yanında kiraz aynı zamanda karaciğer için de faydalıdır. Çeşitli hastalıklar sebebiyle ya da fazla ilaç alınmasından kaynaklanan zehirlenme sonucu şişen karaciğerin yükünü hafifletir ve iyileşmesine yardımcı olur.

Kirazda bulunan şeker kana çok çabuk karışır. Bu da vücuda bol miktarda madensel tuzlar ve vitamin vererek, vücudun hastalıklara karşı dayanıklılığının artmasını sağlar. Ayrıca kirazın içinde bol miktarda fosfor bulunması da, sinirleri kuvvetlendirir.

Kısaca özetlendiğinde bile çok sayıda yararı olduğu anlaşılan kiraz, Allah'ın kullarına sunduğu bir ikramdır. Milyonlarca yıldır hiç değişmeden, dünyanın her yerinde aynı tat, koku, görünüş ile varlığını sürdürmekte olan kiraz, aynı zamanda da onlara sağlık sunan bir besindir.

Etin İnsan Sağlığına Faydaları

Onlara, istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik. (Tur Suresi, 22)

İnsan bedeni için hayati önem taşıyan gıdalardan biri, ayette özellikle dikkat çekilen ettir.

İnsan vücudundaki proteinin yapıtaşları amino asitlerdir. Amino asitler, yıpranan ve yok olan dokuların yenilenmesinde kullanılır. Dolayısıyla vücudun gelişmesi ve kendini yenilemesi için yeterli miktarda amino asit, yani protein alınması gereklidir. Yaşamsal faaliyetlerin devamını ve büyüme için gerekli miktarı tam olarak sağlayan amino asitlerin oluşturduğu protein kaynaklarına “tam protein” denir. İşte hayvansal bir besin olan et, tam proteine en yakın olan yiyecektir. Sebze proteinleri genellikle tam protein değildirler ve vücuda gerektiği kadar amino asit sağlayamazlar. Ayrıca sadece sebze ile yapılan, karbonhidrat bakımından zengin fakat protein bakımından yetersiz bir beslenme, vücudun yeterli ölçüde amino asit almasını engeller ve sonuçta ödem denilen, su toplamasına bağlı şişlikler ortaya çıkar. Ödem ise, insanın hayatına son verebilecek derecede ciddi bir rahatsızlıktır.

Et, yalnızca protein açısından zengin bir besin değildir. İçerisinde aynı zamanda insan için hayati öneme sahip olan demir, çinko, fosfor, potasyum, selenyum gibi minerallerin yanısıra birçok vitamin (en fazla B grubu vitaminleri) de bulunmaktadır. Demir ve çinko bitkisel gıdalarda da vardır ancak, sürekli bitkisel gıdalarla beslenenler, lif içeriği yüksek besinleri yediklerinden, bedenin bunları özümsemesi güç olur.
Kırmızı etteki doymuş yağlar, özellikle erkeklerde felci önleyici bir etki yapmaktadır. Felç kanın beyin hücrelerine aniden pompalanması sonucu meydana gelmektedir. Kanın bu ani akışı sonrası birçok beyin hücresi ölür ve kişi felç olur. Ancak son yapılan araştırmalar hayvansal yağların kanın beyne akışını düzenlediğini ortaya çıkarmıştır.

Ayrıca et içermeyen beslenme şekillerinin, kolesterol açısından düşük olduğu sanılmaktadır. Oysa bu yanlış bir mantıktır. Çünkü et haricindeki yiyecek gruplarında mevcut olan gizli yağların oranı oldukça yüksektir. Dolayısıyla vejeteryanlar, bu şekilde beslenmekle, söz konusu gizli yağları da vücutlarına almış olurlar. Diyet uzmanları insanların sağlıklı beslenmeleri için günde 300 mg’dan az kolesterol almalarını tavsiye etmektedirler. İşte etten elde edilen kolesterol tam bu diyete uygun miktardadır.

Etin sindirim süreci uzundur ancak, içindeki proteinlerin %95’i, yağların ise %96’sı kolaylıkla sindirilebilir. Bunun yanında yağlar, diğer besinlerin de sindirilmesine olanak tanır. Böylece uygun oranda yağ içeren et, midede daha uzun süre kalarak acıkmayı geciktirir ve açlığa dayanma gücünü arttırır. Bunun dışında et içerisinde bulunan özler, sindirim sistemindeki tükürük bezlerini harekete geçirerek iştah açar ve sindirimi kolaylaştırır.

Bilimsel olarak açıklanan tüm bu özelliklerin yanında et, aynı zamanda son derece lezzetli ve sevilen bir besindir. Vücudun böylesine ihtiyaç duyduğu bir besin, eğer bu kadar lezzetli olmasaydı, yalnızca ihtiyaç olduğu için onu yemek insanlara zevk değil aksine sıkıntı verebilirdi. Ancak Allah kullarına lütufta bulunarak, bu ihtiyaçlarını zevkle giderebilecekleri şekilde bir imkan oluşturmuştur. Kuran ayetlerinde etin cennet yiyeceklerinin arasında sayılması ise kıymetini daha da vurgulamaktadır. (Vakıa Suresi, 21)

14 Kasım 2010 Pazar

Kuran'da Dikkat Çekilen SİVRİSİNEK

Kuran'da Allah insanları, doğayı incelemeye ve burada yaratılmış olan "ayetleri" görmeye çağırır. Çünkü evrendeki canlı-cansız tüm varlıklar, "yaratılmış" olduklarını gösteren işaretlerle doludur ve kendilerini Yaratanın güç, bilgi ve sanatını göstermek için vardırlar. İnsan, aklını kullanarak bu işaretleri görmek ve Allah'ı tanımakla sorumludur. Kuran'da ayrıca Allah'ın özel olarak dikkat çektiği bazı canlılar da vardır. Sivrisinek, bunlardan biridir. Bakara Suresi'nin 26. ayetinde sivrisinekten Allah şöyle bahseder:

Şüphesiz Allah, bir (dişi) sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez. Böylece iman edenler, kuşkusuz bunun Rablerinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler; inkâr edenler ise, 'Allah, bu örnekle neyi amaçlamış?' derler. (Oysa Allah,) Bununla birçoğunu saptırır, birçoğunu da hidayete erdirir. Ancak O, fasıklardan başkasını saptırmaz. (Bakara Suresi, 26)

Değersiz ve sıradan bir canlı gibi görülen sivrisinek bile aslında Allah'ın ayetlerini taşıması bakımından dikkat edilmesi, incelenmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir hayvandır. İşte bu nedenle de Allah "sivrisineği de, ondan üstün olanı da, (herhangi bir şeyi) örnek vermekten çekinmez."

SİVRİSİNEĞİN OLAĞANÜSTÜ MACERASI

Sivrisineklerle ilgili olarak genelde bilinen, onların kan emici yaratıklar oldukları ve kanla beslendikleridir. Oysa bu tam olarak doğru bir bilgi değildir. Çünkü sivrisineklerin tamamı değil sadece dişileri kan emer. Ayrıca dişilerin kan emme sebepleri beslenme ihtiyaçları değildir. Hem dişilerin hem de erkeklerin besinleri çiçek özleridir. Dişilerin, erkeklerden farklı olarak kan emmelerinin tek nedeni, taşıdıkları yumurtaların olgunlaşmak için kanda bulunan proteinlere ihtiyaç duymalarıdır. Başka bir deyişle dişi sivrisinek sadece türünün devamını sağlamak için kan emer.

Buradaki önemli nokta ise, Allah'ın ayette "dişi sivrisineklere" dikkat çekiyor olmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi kan emen ve erkeğe göre daha üstün özelliklere sahip olanlar, sadece dişi sivrisineklerdir. Kuran'ın indirildiği dönemde bu önemli ayrıntının bilinmiyor olmasına rağmen, Allah'ın ayette özellikle "dişi" sivrisineğe dikkat çekmesi elbette oldukça anlamlıdır.

Sivrisineğin en olağanüstü ve hayranlık uyandırıcı özelliklerinden biri de gelişim sürecidir. Bir canlının küçük bir kurttan, çok farklı değişiklikler geçirerek sivrisineğe dönüşümünün kısa öyküsü şöyledir:

Kanla beslenen ve olgunlaşan sivrisinek yumurtaları, yaz ya da sonbahar aylarında, nemli yaprakların üzerine veya kurumuş gölcüklere dişi sivrisinek tarafından bırakılırlar. Anne sivrisinek ilk önce karnının altındaki hassas alıcılar yardımıyla, zeminde yumurtalar için uygun koşullar arar. Gereken özelliklere sahip bir yer bulduğunda yumurtlamaya başlar.

Çiftleşme olgunluğuna gelen erkek sivrisinek dişisini bulmak için işitme organı olan duyargalarını kullanır. Erkeğin duyargaları dişininkinden farklı bir görev üstlenmiştir. Duyargaların ucundaki ince tüyler, dişi sivrisineğin çıkardığı sese karşı son derece hassas bir algılama yeteneğine sahiptir. Erkek sivrisineklerin cinsel organlarının yanında havadaki çiftleşme sırasında dişilerini tutmaya yarayan uzantılar vardır. Erkek sivrisinekler bir bulut oluştururcasına grup halinde uçarlar. Bu grubun arasına bir dişi girince onu yakalama şansına sahip olan erkek, uçuş esnasında çiftleşmeyi de gerçekleştirir. Çiftleşme kısa sürer ve erkek sivrisinek grubuna geri döner. Dişi sivrisinek, işte bu andan itibaren yumurtalarının gelişmesi için kana ihtiyaç duyar.

Pupa dönemindeki sivrisinek.

Uzunlukları 1 milimetreyi dahi bulmayan yumurtalar tek tek ya da gruplar halinde olmak üzere sırayla dizilirler. Bazı türler ise yumurtalarını bir sal oluştururcasına birbirine yapışmış şekilde bırakırlar. Bu yumurta gruplarının bazılarında 300 kadar yumurta bulunur.

Anne sivrisineğin özenle yerleştirdiği beyaz renkli yumurtalar hemen koyulaşmaya başlar ve bir-iki saat içinde de tamamen simsiyah hale gelirler. Bu koyu renk, böceklerin ve kuşların kendilerini fark etmelerini engellediğinden yumurtalar için önemli bir koruma sağlar. Yumurtalardan başka bazı larvalar da bulundukları mekana göre renk değişimine uğrarlar ve bu sayede korunurlar.

Çeşitli etkenlerden faydalanarak renk değiştirmek oldukça karmaşık kimyasal işlemlerin sonucunda gerçekleşir. Elbette ki sivrisineklerin değişik evrelerindeki renk değişimlerinden ne yumurtaların, ne larvaların, ne de anne sivrisineğin haberi yoktur. Bu canlıların böyle bir sistemi kendilerinin oluşturması ya da bu sistemin tesadüfen ortaya çıkmış olması da söz konusu değildir. Sivrisinekler ilk ortaya çıktıkları andan itibaren bu sistemlerle birlikte yaratılmışlardır.

YUMURTADAN ÇIKIŞ

SOLUNUM SİSTEMİ: Sivrisineğe dönüşecek olan kurdun solunum için kullandığı sistemin esası, içi boş bir borunun su üstüne çıkarılarak havanın solunmasına dayanmaktadır. Bu sırada kurtçuklar su içinde ters asılmış halde durmaktadırlar. Vücutlarının salgıladığı yapışkan bir salgı suyun, hava aldıkları deliklerden içeri kaçmasını da engeller.

Kuluçka dönemi tamamlandığında kurtçuklar hemen hemen aynı zamanda yumurtadan çıkmaya başlarlar. Aralıksız bir şekilde beslenen kurtçuklar süratle büyürler. Kısa bir zamanda derileri daha fazla büyümelerini engelleyecek kadar gerginleşir. Bu ilk deri değişimi zamanının geldiğinin bir göstergesidir. Bu evrede, oldukça sert ve gevrek olan deri kolayca kırılır. Sivrisinek kurtçuğu, gelişimini tamamlayıncaya kadar iki kez daha deri değiştirecektir.

Sivrisinek kabuğundan çıkarken kafasının su ile hiç temas etmemesi gerekir. Çünkü bir an bile havasız kalması ölümüne sebep olacaktır. Bu yüzden esecek en küçük bir rüzgar veya sudaki küçük bir akıntı bile sivrisinek için son derece tehlikelidir. Sivrisinek bunu bilirmişçesine hareket eder ve sudan büyük bir beceriyle çıkar. Sivrisinek suyun içinde aşama aşama dış dünyadaki yaşamı için hazırlanmıştır. Sivrisineklere sahip oldukları bütün özellikleri veren herşeyin hakimi olan Allah'tır.


Kurtçukların beslenmesi için tasarlanmış olan yöntem oldukça ilginçtir. Kurtçuklar, tüylerden oluşan yelpaze biçimindeki iki uzantıyla su içinde küçük girdaplar oluşturarak, bakteri ve diğer mikroorganizmaların ağızlarına doğru akmalarını sağlarlar. Su içinde başaşağı duran kurtçukların solunumu ise dalgıçların kullandığı "şnorkel" benzeri bir hava hortumuyla sağlanır. Vücutlarında salgılanan yapışkan bir salgı da suyun hava aldıkları deliklerden içeri kaçmasını engeller. Görüldüğü gibi bu canlı, birçok hassas dengenin birarada işlemesi sayesinde yaşamını sürdürmektedir. Hava hortumu olmasa sivrisinek kurtçuğu yaşayamayacak, yapışkan salgı olmasa hortum suyla dolacaktır. Bu iki sistemin birbirinden farklı zamanlarda oluşması sivrisineğin bu evrede ölmesi demektir. Bu da sivrisineğin bütün sistemleriyle eksiksiz ortaya çıktığını yani yaratıldığını kanıtlar.

Kurtçuklar bir kez daha deri değiştirmişlerdir. Son deri değiştirme diğerlerinden oldukça farklıdır. Bu evrede kurtçuklar gerçek bir sivrisinek olmak için son aşama olan "pupa" dönemine girmişlerdir. İçinde bulundukları kılıf iyice gerginleşmiştir. Bu da pupanın artık bu kılıftan kurtulma zamanının geldiğini gösterir. Kılıfın içinden öylesine farklı bir canlı çıkar ki, bunların aynı canlının farklı gelişim evreleri olduğuna inanmak gerçekten zordur. Görüldüğü gibi bu değişim, ne kurtçuğun, ne dişi sivrisineğin tasarlayamayacağı kadar karmaşık ve hassas bir işlemdir...

ÇEVRESİNDEKİ CANLILARI BÖYLE ALGILIYOR
Sivrisinekler, son derece hassas ısı algılayıcılarına sahiptirler. Etraflarındaki varlıkları, yandaki resimdeki gibi sıcaklıklarına göre renk renk algılayabilirler. Bu algılama ışığa bağımlı olmadığı için, karanlık bir odada bile kan damarlarını rahatlıkla bulurlar. Sivrisineğin ısı algılayıcıları, 1/1000 derecelik sıcaklık değişmelerini bile fark edecek hassasiyettedir .

Bu son değişim sırasında bir boru aracılığıyla suyun üstüne uzanmış olan solunum delikleri kapanacağından, hayvan havasız kalma tehlikesiyle yüz yüze gelir. Ama yeni çıkan canlının solunumu artık bu kanaldan değil, baş tarafında beliren iki boru aracılığıyla yapılacaktır. Bu yüzden kılıf değiştirmeye başlamadan önce bunlar su yüzüne çıkar. Pupa kozasının içindeki sivrisinek artık iyice gelişmiştir. Bir anten biçimindeki duyargaları, hortumları, ayakları, göğsü, kanatları, karnı ve başının büyük bölümünü kaplayan gözleri ile sivrisinek artık uçmaya hazırdır. Pupanın kozası baş taraftan yırtılır. Bu aşamada en büyük tehlike kozanın içine su girmesidir. Ancak yırtılan kozanın baş tarafı, sineğin kafasının su ile temasını engelleyecek yapıda özel bir yapışkan sıvıyla kaplanmıştır. Bu an çok önemlidir; en ufak bir rüzgar bile suya düşüp ölmesine yol açacağı için sivrisinek suya sadece ayakları değerek çıkmak zorundadır. Bunu başarır.

Acaba ilk sivrisinek böyle bir dönüşümü geçirecek "yeteneğe" nasıl ulaşmıştır? Bir kurtçuk, kendi kendine, üç kez deri değiştirip bir sivrisineğe dönüşmeye "karar" mı vermiştir?


Sivrisineğin sayısı 100'e varan gözü vardır. Bunlar başın üzerinde petek şeklinde yerleşmiştir.
Sağdaki üst resimde bu göz kümesi içinden üç tanesinin kesiti alınmıştır. Sağ altta, bu gözler üzerinde bir objenin görüntüsünün beyne nasıl iletildiği gösterilmiştir.

Elbette hayır, açıktır ki, Allah örnek verdiği bu canlıyı özel olarak bu şekilde yaratmıştır.

AKIL ALMAZ KAN EMME TEKNİĞİ

Sivrisineğin "kan emme" tekniği ise akıllara durgunluk verecek kadar detaylı yapıların birlikte işlemesiyle oluşan kompleks bir sisteme bağlıdır.

Hedef üzerine konan sivrisinek, hortumundaki dudakçıklar aracılığıyla önce bir nokta seçer. Sivrisineğin bir şırıngaya benzeyen iğnesi özel bir kılıfla korunmuştur. Kan emme işlemi sırasında işte bu kılıf iğneden sıyrılır.

Deri, sanıldığı gibi iğnenin basınçla deriye batırılması yöntemiyle delinmez. Buradaki asıl görev, bıçak keskinliğindeki üst çene ve üzerinde geriye doğru eğimli dişlerin bulunduğu alt çeneye düşmektedir. Alt çene testere gibi ileri-geri hareket eder ve deri üst çenenin yardımıyla adeta kesilir. Açılan yarıktan içeri sokulan iğne kan damarına ulaşınca delme işlemine son verilir. Sivrisinek artık kan emmeye başlayacaktır.

Ancak bilindiği gibi insan vücudu, damarlardaki en ufak bir zedelenme karşısında kanı anında pıhtılaştırarak, o bölgedeki kan akışını durduran bir enzime sahiptir. Aslında bu enzimin sivrisinek için büyük bir problem oluşturması gerekmektedir. Çünkü sineğin açtığı deliğe de vücut anında tepki gösterecek, o noktadaki kan hemen pıhtılaşmaya başlayacak ve yara onarılacaktır. Tabii ki bu da sivrisineğin hiç kan emememesi demektir.

Ama sivrisinek için bu sorun tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sivrisinek kan emmeye başlamadan önce, vücudunda salgıladığı özel bir sıvıyı soktuğu canlının damarında açtığı deliğin içine bırakmaktadır. Bu sıvı, kandaki pıhtılaşmayı sağlayan enzimi etkisiz hale getirir. Böylece, pıhtılaşma sorunu olmadan, sivrisinek besinine ulaşabilir. Sivrisineğin soktuğu yerde oluşan kaşıntı ve şişmeye neden olan da işte bu pıhtılaşmayı engelleyici sıvıdır.

Bu, kuşkusuz olağanüstü bir işlemdir ve karşımıza şu soruları çıkarır:

1)Sivrisinek, insan vücudunda bu tür bir pıhtılaştırıcı enzim olduğunu nereden bilmektedir?

Bu fotoğraf, sivrisineklerin üzerinde parazit olarak yaşayan küçük bir hayvana ait. Sivrisineğin sahip olduğu ve sadece bir bölümünü incelediğimiz beslenme, üreme, solunum, kan dolaşımı gibi sistemlerin yanında, sivrisineğin üstünde yaşayan bu küçük bitin de karmaşık sistemleri ve yaşamsal fonksiyonları bulunduğu düşünüldüğünde Allah'ın ayetlerinin sınırsızlığı daha iyi anlaşılmaktadır.

2) Bu enzime karşı kendi vücudunda bir salgı geliştirmesi için, enzimin içeriğini (kimyasını) bilmek zorundadır. Bu nasıl olabilir?

3) Böyle bir bilgiye ulaşsa(!) bile, nasıl olup da kendi vücudunda böyle bir salgı üretip, bunu iğnesine aktaracak "teknik donanım"ı oluşturabilir?

Aslında bütün bu soruların cevabı basittir: Sivrisinek bunların hiçbirini başaramaz. Ne bunun için gerekli akla, ne kimya bilgisine, ne de salgıyı üretecek "laboratuvar" donanımına sahiptir. Bahsettiğimiz varlık, bir kaç milimetre büyüklüğünde akılsız ve bilinçsiz bir sinektir, o kadar!...

Onu böyle inanılmaz, olağanüstü ve hayranlık verici bir sisteme sahip kılan ise, insanı da sivrisineği de yaratan, "göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbi olan" Allah'tır.

Göklerde ve yerde olanların tümü Allah'ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Diriltir ve öldürür. O, herşeye güç yetirendir. (Hadid Suresi, 1-2)

Vücuttaki Koordinasyon


Şekilde görülen sistemlerden tek bir tanesinin bile kendi kendine tesadüfen oluşması imkansızdır. Kaldı ki bu sistemlerin teker teker oluşmalarının bir anlamı yoktur. Birbirleriyle mutlak bir uyum içinde, aynı anda var olmaları gerekir.

İnsan vücudunda, belli bir amaç için, yani vücudun canlılığının devamlılığı için, bütün sistemler birarada, bağlantılı bir şekilde ve tam bir uyum içinde çalışır. Her gün yaptığımız çok küçük hareketler, mesela nefes almak, gülmek bile insan vücudundaki kusursuz koordinasyonun bir sonucudur.

İçimizde her an işleyen, akılalmaz karmaşıklıkta ve büyüklükte bir koordinasyon ağı vardır. Amaç canlılığı devam ettirmektir. Bu koordinasyon özellikle vücudun hareket sisteminde görülür. Çünkü en küçük hareket için bile iskelet sistemi, kaslar ve sinir sistemi mükemmel bir iş birliği içinde çalışmak zorundadır.

Vücuttaki koordinasyonun ilk şartı doğru bilgi teminidir. Ancak doğru bilgilerin elde edilmesiyle, yeni değerlendirilmeler yapılabilir bunun için de son derece gelişmiş bir haber alma ağı mevcuttur.

Koordine edilmiş bir hareketi yapabilmek için herşeyden önce o hareketle ilgili vücut organlarının konumlarının ve birbirleriyle ilişkilerinin bilinmesi gereklidir. Bu bilgi beyne; gözlerden, iç kulaktaki denge mekanizmasından, kaslardan, eklemlerden ve deriden gelir. Her saniye milyarlarca bilgi işlenir, değerlendirilir ve bunlara göre yeni kararlar verilir. İnsanın ise kendi vücudunda gerçekleşen bu baş döndürücü hızdaki işlemlerden haberi bile yoktur. O yalnızca hareket eder, güler, konuşur, koşar, yemek yer, düşünür. Bu işlemlerin yapılması için hiçbir çabası olmaz. Örneğin basit bir gülümseme için bile on yedi kasın aynı anda çalışması gereklidir. Bu kaslardan birinin çalışmaması veya yanlış çalışması yüz ifadesini tamamen değiştirir. Yürüyebilmek için ise ayaklarda, bacaklarda, kalçada, kasıklarda ve sırtta elli dört ayrı kas uyum içinde çalışmalıdır.

a) Ön kol kası.
b) Kas demetleri
c) Kas demetleri içindeki kas lifleri.
Bu lifler arasındaki sensörler, kasların o anki konumlarını merkezi sinir sistemine bildirirler. Merkezi sinir sistemi milyarlarca reseptörden ulaşan bilgiler sayesinde kaslar üzerinde mutlak bir denetim sağlar.

Kaslar ve eklemlerin içinde, vücudun o anki konumuna ait bilgileri veren milyarlarca küçük, mikroskobik algılayıcı vardır. Bu algılayıcılardan gelen mesajlar, merkezi sinir sistemine ulaşır ve burada yapılan değerlendirmeye göre, kaslara yeni emirler gönderilir.

Vücuttaki koordinasyonun mükemmelliği şu örnekle daha iyi anlaşılacaktır: Yalnızca elinizi havaya kaldırmanız için omuzunuzun bükülmesi, "biceps" ve "triceps" denilen ön ve arka kol kaslarınızın sırayla kasılıp gevşemeleri, dirseğiniz ve bileğiniz arasında bulunan kasların bileği döndürmeleri gerekir. Hareketin her aşamasında, bu kasların içindeki milyarlarca algılayıcı, her an kasların konumlarını merkeze bildirir. Merkezden de kaslara bir an sonra ne yapmaları gerektiği iletilir. Tabii ki insan bütün bunların farkına varmaz, yalnızca elini kaldırmak ister ve kaldırır.

Mesela vücudun dik durması için, bacak kaslarında, ayaklarda, sırtta, karında, göğüste, boyunda bulunan milyarlarca algılayıcıdan gelen bilgi değerlendirilir ve bu emirlerin hepsi her saniye kaslara iletilir.

Konuşmak için de özel bir çaba harcamayız. İstediğimiz sözcüklerin ağzımızdan dökülmeleri için, ses tellerinin hangi açıklıkta, ne kadar titreşmesi gerektiğini, ağzımızdaki, dilimizdeki, boğazımızdaki yüzlerce kastan hangilerini, hangi sıra ile kaç defa, ne oranda kasıp gevşeteceğimizi, ciğerlerimize kaç santimetreküp hava alıp, bu havayı hangi hız ve aralıklarla boşaltmamız gerektiğini oturup da hesaplamayız. İstesek de bunu yapamayız! Çünkü ağzımızdan çıkan tek bir kelimenin oluşumu, insanın solunum sisteminden sinir sistemine, kaslarından kemiklerine kadar uzanan pek çok yapının uyumlu çalışmasının bir sonucudur.

Bu koordinasyonda bir aksaklık olması durumunda neler olur? Gülümsemek isterken yüzümüzde başka bir ifade oluşabilir ya da konuşmak istediğimizde başaramayabiliriz, yürüyemeyebiliriz. Oysa ne zaman istersek güleriz, konuşuruz, yürüyebiliriz, hiçbir aksaklık olmaz. Çünkü burada anlatılan herşey "sonsuz kudret" gerektiren bir yaratılış sonucunda gerçekleşir.

Kaslardaki algılayıcılardan, omuriliğe bilginin ulaşması ve bu bilginin doğrultusunda omuriliğin kasa yeni emir vermesinin şematik anlatımı. Milyarlarca reseptörün verdiği milyarlarca bilginin değerlendirilmesi ve verilen bütün emirler her saniye gerçekleşmektedir. Bu kompleks sistemin varlığından pek çok kimsenin haberi yoktur ancak her insan bu özel sisteme sahip olarak doğar. Rahman ve Rahim olan Allah kullarını gözetip-koruyandır.

Bu nedenle insan, her zaman için tüm hayatını ve varlığını, kendisini yaratan Allah'a borçlu olduğunu bilmelidir. İnsanın, övünecek, böbürlenecek hiçbir şeyi yoktur. Sahip olduğu güç, sağlık ya da güzellik, kendisinin eseri değildir ve kendisine ebediyen verilmiş de değildir. Mutlaka yaşlanacak, mutlaka sağlığını ve güzelliğini yitirecektir. Allah Kuran'da bu gerçeğe şöyle dikkat çekmektedir:

"Size verilen herşey, yalnızca dünya hayatının metaı ve süsüdür. Allah Katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Yine de, akıllanmayacak mısınız?" (Kasas Suresi, 60)

Eğer bunların çok daha üstününü, ebediyen, ahirette elde etmek istiyorsa; Allah'ın kendine verdiği nimete şükretmeli ve O'nun istediği biçimde hayatına yön vermelidir.

Bu örneklerde de görüldüğü gibi insan vücudundaki organların ve sistemlerin hepsi "mucizevi" özelliklere sahiptir. Bu özellikler incelendiğinde insan, varlığının ne denli ince hesaplara dayandığını ve yaratılışındaki mucizeleri görecektir ve Allah'ın sonsuz ilmini ve insan üzerindeki kusursuz sanatını bir kez daha kavrayacaktır.

11 Kasım 2010 Perşembe

Ellerimizdeki Taklit Edilemeyen Tasarım

Bir çayı karıştırmak, gazetenin sayfalarını çevirmek, yazı yazmak gibi sıradan gördüğümüz işlemleri yürüten elimiz gerçekte inanılmaz bir mühendislik harikası olarak çalışmaktadır.

Robot ne kadar gelişmiş olursa olsun gerçek bir elin özelliklerine sahip olamaz.

Elin en önemli özelliği, tamamen standart bir yapısı olmasına rağmen birbirinden çok farklı kullanım alanlarında büyük bir verimle işlemesidir. Çok sayıda kas ve sinire sahip olan kollarımız, şartlara göre elimizin kuvvetli veya yumuşak kavramasında yardımcı olurlar. Örneğin insan eli, yumruk sıkılmamış haldeyken bile herhangi bir nesnenin üzerine 45 kilo ağırlığında bir güçle darbe indirebilir; diğer taraftan da başparmak ve işaret parmağı arasına aldığı, milimetrenin onda biri inceliğindeki bir kağıt parçasını da hissedebilir.

Görüldüğü gibi bu iki işlem de birbirinden tamamen farklı niteliklere sahip işlemlerdir. Biri çok ince bir ayar gerektirirken, diğeri tam tersine büyük bir güç gerektirmektedir. Ama biz, kağıdı alırken de, yumruk atarken de 1 saniye bile nasıl yapmamız gerektiğini düşünmeyiz, ikisi arasındaki güç farkını ayarlamayı da düşünmeyiz. "Şimdi bir kağıt alacağım en iyisi 500 gramlık bir güç uygulayayım, şimdi de su dolu kovayı kaldıracağım bunun için de 40 kiloluk bir güç uygulayayım" demeyiz. Bunlar aklımıza bile gelmez.

Çünkü insan eli bütün bu işlemleri aynı anda yapabilecek şekilde tasarlanmıştır. El, bütün özellikleriyle birlikte, kendisine bağlı bütün yapılarla birlikte aynı anda yaratılmıştır.

Eldeki bütün parmaklar, işlevlerine göre en uygun uzunluktadırlar ve en uygun yerdedirler, ayrıca birbirlerine orantılıdırlar. Mesela, normal başparmağa sahip bir elle atılan yumruğun gücü, normalden daha kısa bir başparmağa sahip elin attığı yumruğun gücünden daha fazladır. Çünkü başparmak, kendisi için seçilen uygun uzunluk sayesinde diğer parmakların üzerine kıvrılabilmekte, böylece onları destekleyerek güç artırımını sağlamaktadır.

Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. (Casiye Suresi, 4)

Elin yapısında çok ince detaylar vardır; mesela kas ve sinirlerin yanında bazı küçük yapıları da barındırır. Mesela parmaklarımızın ucundaki tırnaklar kesinlikle gereksiz aksesuarlar değildir. Yere düşmüş bir iğneyi alırken, parmaklarımız kadar tırnaklarımızın da yardımına başvururuz. Elimizdeki parmak izlerini oluşturan pürüzler ve tırnaklar sayesinde de küçük şeyleri rahatlıkla kavrarız. Hepsinden önemlisi tırnaklar, parmakların, tuttukları cisme uygulamaları gereken hassas basıncın ayarlanmasında büyük rol oynarlar.

Elimizi diğer organlarımızdan ayıran bir başka özelliği de yorulmamasıdır.

Tıp ve bilim dünyasının en büyük çabalarından biri; insan elinin bir benzerini yapay olarak üretebilmektir. Yapılan robot eller; güç açısından insan eliyle aynı performansa sahiptirler, ancak insan elinde var olan dokunmadaki hassasiyet, mükemmel manevra yeteneği ve değişik işler yapabilme yetenekleri konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değildir.

Nitekim birçok bilim adamı, insan elinin tüm fonksiyonlarına sahip robot bir elin yapılamayacağını düşünmektedir. "Karlsruhe Eli" olarak adlandırılan robot eli yapan mühendis Hans J. Schneebeli bu konuda, "Robot eller üzerinde ne kadar çok çalışırsam, insanların sahip oldukları ellere de o kadar çok hayran oluyorum. İnsan elinin yaptığı işin bir kısmına bile ulaşabilmemiz için daha çok zamanın geçmesi gerekir" demektedir.

Diğer yandan el genelde gözün ortaklığıyla işleyen bir organdır. Gözün algıladığı sinyaller beyne ulaştırılır ve beyinden gelen yeni bir komutla; el, yapacağı işe uygun olarak harekete geçer. Tabii ki bunlar çok kısa sürede ve bizim bu iş için özel bir çaba sarf etmemize gerek kalmadan gerçekleşir. Robot eller ise, ancak ya görme ya da dokunma özelliğini esas alarak hareket edebilirler. Yapacakları her işlem için farklı komutlar verilmesi gereklidir. Ayrıca robot eller farklı farklı fonksiyonları da yerine getiremezler. Örneğin piyano çalabilen bir robot el, çekiç tutamaz. Çekiç tutan bir robot el ise yumurtayı kırmadan tutamaz. Yoğun araştırmalar sonucunda yeni yeni üretilmeye başlayan bazı robot eller, bu işlemlerin 2-3 tanesini birarada yapabilmektedir ama bu, elin kabiliyetlerinin yanında son derece ilkel kalmaktadır.

Tüm bunların üstüne; insanda iki elin aynı anda, mükemmel bir uyumla çalıştığı da eklenince, eldeki tasarımın kusursuzluğu daha net ortaya çıkmaktadır.

Allah eli insanlar için özel olarak tasarlamıştır. Her özelliğiyle Allah'ın yaratma sanatındaki kusursuzluğu ve örneksizliği bizlere gösterir.

SONUÇ

İnsan vücudunun sahip olduğu bu mükemmel mekanizmalar, çoğu kez biz farkında olmadan çalışmaktadır. Kalbimizin atması, karaciğerin fonksiyonları, derinin kendini yenilemesi bizim bilgimiz dışındadır. Burada değinmediğimiz yüzlerce organ aynı durumdadır. Böbreklerin kanı süzdüğünden, midenin yediklerimizi sindirdiğinden, bağırsakların hareketlerinden, ya da nefes almamızı sağlayan akciğerlerin uyumlu çalışmasından haberimiz bile olmaz.

İnsan, kendine verilmiş olan bu vücut adlı mükemmel mekanizmanın değerini, ancak hastalandığında, bir organı işlevini yerine getiremez hale geldiğinde anlamaktadır.

Peki içinde yaşadığımız bu mükemmel mekanizma nasıl var olmuştur? Akıl ve vicdan sahibi bir insan için, bu vücudun "yaratılmış" olduğunu anlayıp hissetmek zor değildir kuşkusuz.

Bu vücudun tesadüfler sonucu var olduğunu öne süren evrimcilerin iddiası son derece gülünçtür. Çünkü, evrimciler, tesadüflerin birbiri üzerine eklenerek bir organizma var ettiğini öne sürerler. Oysa insan vücudu, ancak tüm organları birden var olduğunda çalışabilir. Böbreksiz, kalpsiz, bağırsaksız bir insan yaşayamaz. Bu organlar var olsa da, eğer görevlerini tam yerine getirmiyorlarsa yine insan yaşamı sürmez.

Dolayısıyla, insan vücudu, yaşayabilmek ve neslini sürdürebilmek için, bir bütün olarak eksiksiz bir biçimde var olmuş olmalıdır. İnsan vücudunun, "bir anda, tümüyle eksiksiz bir biçimde var olması"nın diğer bir söyleniş tarzı da "yaratılmış olması"dır. Allah bu gerçeği Vakıa Suresi'nde şöyle haber vermektedir:

"Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz? Sizin aranızda ölümü takdir eden Biziz ve Bizim önümüze geçilmiş değildir; benzerlerinizi getirip-değiştirme ve sizi şimdi bilemeyeceğiniz bir şekilde-inşa etme konusunda." (Vakıa Suresi, 57-61)