atomlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
atomlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Mayıs 2016 Cuma

Atomlardan Oluşan Muazzam Farklılık


Şu anda gördüğümüz her şey atomlar ve bu atomların kombinasyonları olan elementlerden oluşurlar. Elementlerin farklı olmasının tek nedeni atomlarının çekirdeklerindeki proton sayılarıdır. 
Soluduğumuz hava, vücudumuz, herhangi bir bitki veya bir hayvan ya da uzaydaki bir gezegen, canlı-cansız, acı-tatlı, katı-sıvı herşey... Bunların hepsi, sonuçta aynı yapıdaki ancak farklı sayıdaki proton-nötron-elektronlardan meydana gelmiştir.

27 Ekim 2012 Cumartesi

Maddeyi Oluşturan Bağlar

ikokmen 13295703664Moleküllerin ve buna bağlı olarak da maddenin oluşması için atomların aralarındaki çeşitli bağlar oluşturmaları gerekir. Bu işlemler yeryüzündeki madde çeşitliliğinin kilit noktasını oluşturur. Bu konu hakkında bilgi sahibi olan ve düşünen her insan Allah ' ın benzeri olmayan azametine şahit olacak ve Rabbimizin şanını yüceltecektir. 
 
Birçok madde aynı atomları içermesine rağmen farklı görünür ve farklı özellikler taşır. Bunun da nedeni atomların molekülleri oluşturmak için aralarında kurdukları farklı kimyasal bağlardır.
 
Maddeye giden ilk basamak olan atomlardan sonra ikinci basamak moleküllerdir. Moleküller, maddenin kimyasal özelliklerini belirten en küçük birimlerdir. Bu küçük yapılar iki veya daha çok atomdan, bazıları da binlerce atom grubundan oluşur. Atomları, molekül içinde elektromanyetik çekim kuvvetine dayalı kimyasal bağlar bir arada tutarlar. Bu bağlar atomların sahip oldukları elektrik yüklerini esas alarak kurulurlar. Atomların elektrik yükleri de daha önce belirttiğimiz gibi son yörüngelerinde taşıdıkları elektronlar tarafından belirlenir. Moleküllerin çeşitli biçimlerde bir araya gelmeleriyle de çevremizde gördüğümüz madde çeşitliliği ortaya çıkar. Bu noktada da maddenin çeşitliliğinin ana merkezinde yer alan kimyasal bağların önemi anlaşılır.
 
Kimyasal Bağlar 
 
molekuler-arasi-bag
Kimyasal bağlar, atomların dış yörüngelerindeki elektronların hareketleriyle oluşur. Her atom en dışta yer alan yörüngesini, alabileceği en fazla elektron sayısına tamamlama gayreti içindedir. Atomlar son yörüngelerinde bulundurabilecekleri maksimum elektron sayısına ulaşmaya çalışırken ya en dış yörüngelerindeki elektronları maksimuma tamamlamak için başka atomlardan elektron alırlar, ya da eğer en dış yörüngelerinde az sayıda elektron varsa, bunları bir başka atoma vererek önceden tamamlanmış olan bir alt yörüngeyi en dış yörüngeleri haline getirirler. Atomların son yörüngesini maksimuma tamamladıktan sonra oluşan hallerine ise 'kararlılık hali' denir. Atomların kendi aralarındaki bu elektron alıp verme eğilimi, birbirleri arasında yaptıkları kimyasal bağların temel itici gücünü oluşturur. 
 
Bu itici güç, yani atomların son yörüngelerindeki elektron sayılarını maksimuma tamamlama amaçları, bir atomun diğer atomlarla 3 çeşit bağ kurabilmesini sağlar. Bunlar iyonik bağ, kovalent bağ ve metalik bağdır. 
 
Moleküller arasında ise genel olarak "zayıf bağlar" başlığı altında toplanan özel bağlar görev yapar. Bu bağların özellikleri nedir ve nasıl kurulurlar, kısaca ele alalım. 
 
İyonik Bağlar 
 
images%20(1)(4)
Bu bağ ile birleşen atomlar son yörüngelerindeki elektron sayısını maksimuma, örneğin 8 ' e tamamlamak için birbirleriyle elektron alışverişinde bulunurlar. Son yörüngelerinde 4'e kadar elektronu bulunan atomlar bu elektronları birleşecekleri yani bağ kuracakları atoma verirler. Son yörüngelerinde 4'ten fazla elektron bulunduran atomlar ise birleşecekleri yani bağ kuracakları atomlardan elektron alırlar. Bu tip bağ ile oluşan moleküller kübik yapıya sahip olurlar. Yakından tanıdığımız sofra tuzu molekülleri bu bağ ile oluşmuş maddelerden biridir. Peki, atomların neden böyle bir eğilimi vardır? Bu eğilim olmasa ne olurdu? 
 
Bugüne kadar atomların bir araya gelmek için aralarında kurdukları bağlar çok genel biçimde tarif edilebilmiştir. Ama atomların neden böyle bir prensiple davrandıkları anlaşılamamıştır. Yoksa atomlar son yörüngelerindeki elektronların sayısının 8 olması gerektiğini kendileri mi tespit etmiştir? Tabii ki hayır. Bu öyle bir sayıdır ki, maddenin ve dolayısıyla evrenin meydana gelmesi için ilk basamak olan atomların birleşmelerindeki kilit noktadır. Eğer atomların bu prensipten kaynaklanan eğilimleri olmasaydı moleküller ve buna bağlı olarak da madde oluşamazdı. 
 
Oysa atomlar ilk yaratıldıkları andan itibaren sahip oldukları bu eğilim sayesinde moleküllerin ve maddenin kusursuz bir biçimde meydana gelmesi için hizmet ederler. 
 
Kovalent Bağlar 
 
images%20(2)(2)Atomların arasındaki bağları inceleyen bilim adamları ilginç bir durumla karşılaştılar. Bazı atomlar bağ kurmak için elektron alışverişinde bulunurken, bazıları da son yörüngelerindeki elektronları ortak kullanmaktaydılar. Daha sonra yapılan çalışmalarda canlılık için vazgeçilmez önem taşıyan birçok molekülün bu bağlar sayesinde var olabildiğini ortaya koymuştur. 
 
Kovalent bağın daha iyi anlaşılabilmesi için kolay bir örnek verelim: Daha önce elektron yörüngelerinden bahsederken de belirttiğimiz gibi atomların ilk yörüngelerinde en fazla 2 elektron taşınabilir. Hidrojen atomu tek bir elektrona sahiptir ve elektron sayısını 2 ' ye çıkarıp kararlı bir atom olma eğilimindedir. Bu yüzden hidrojen atomu ikinci bir hidrojen atomuyla kovalent bağ yapar. Yani, 2 hidrojen atomu da birbirlerinin tek elektronlarını 2. elektron olarak kullanır. Böylece H2 molekülü oluşur. 
 
Metalik Bağlar 
 
images%20(3)Eğer çok sayıda atom, birbirlerinin elektronlarını ortaklaşa kullanarak birleşiyorlarsa, bu kez "metalik bağ" söz konusudur. Günlük hayatta çevremizde gördüğümüz ya da kullandığımız pek çok araç ve gerecin ana maddesini oluşturan demir, bakır, çinko, alüminyum gibi metaller, kendilerini oluşturan atomların birbirleri aralarında metalik bağlar yapmaları sonucunda, elle tutulur, gözle görülür, kullanılabilir bir yapı kazanmışlardır. 
 
Atomların yörüngelerindeki elektronların neden böyle bir eğilimi olduğu sorusunu ise bilim adamları cevaplayamamaktadır. Fakat canlı organizmalar ancak nedenini bilmediğimiz bu eğilim sayesinde var olabilirler. 
 
Acaba tüm bu bağlarla kaç farklı bileşik oluşabilmektedir? 
 
Laboratuarlarda her gün yeni bileşikler oluşturulmaktadır. Şu an için yaklaşık 2 milyon bileşikten bahsetmek mümkündür. En basit kimyasal bileşik, hidrojen molekülü kadar ufak olabildiği gibi, milyonlarca atomdan oluşan bileşikler de vardır. 
 
Bir element acaba en fazla kaç değişik bileşik oluşturabilir? Bu sorunun cevabı oldukça ilginçtir. Çünkü bir tarafta hiçbir elementle birleşmeyen bazı elementler (soy gazlar) vardır. Diğer tarafta ise 1.700.000 bileşik oluşturabilen karbon atomu vardır. Toplam bileşik sayısının 2 milyon kadar olduğunu tekrar hatırlarsak, 109 elementin 108'i toplam 300.000 bileşik yapmaktadırlar. Ancak karbon olağanüstü bir şekilde tek başına tam 1.700.000 bileşik yapabilmektedir. 
 
Karbon atomunun bu olağanüstü özelliği yeryüzünün hiçbir şekilde taklit edilemeyecek sistemlerle donatılmış olduğunun delillerindendir. Yüce Rabbimiz yeryüzünü insanın emrine bir nimet olarak sunmuştur. Bize düşen de bu nimetin şükrünü yerine getirmektir.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Gökyüzündeki Muhteşem Işık Gösterisi: Aurora (Kutup Işıkları)


  • Kuzey ve Güney Kutup bölgelerinde görülen auroralar (Kutup ışıkları) nasıl oluşmaktadır?

  • Auroraların rengarenk ışıkları nasıl belirlenir?

  • Auroraların yalnızca Kutup bölgelerinde meydana gelmesinin sebebi nedir?

  • Bu muazzam güzellikteki gökyüzü olayının yaşamımıza etkileri nelerdir?

  • Yüce Allah’ın yarattığı en muhteşem gökyüzü olaylarından bir tanesi hiç şüphesiz gökyüzündeki doğal ışık görüntüleri olan “Kutup ışıkları”dır. Yüce Rabbimiz’in Sani (Sanatçı) isminin tecellisi olan kutup ışıkları veya bilimsel adıyla “aurora”lar, dünyanın manyetik Kuzey ve Güney Kutup bölgelerinde görülen bir gece ışımasıdır.

    Auroralar, Güneş’in Dünya üzerindeki etkilerinin en belirgin şekilde görünebilenidir. Gece vakti oldukça net bir şekilde izlenilebilen auroraların, kuzey yarımküredeki görüntüsüne “Aurora Borealis”, güney yarımküredekine ise “Aurora Australis” adı verilir. Bu ışıklar en yoğun şekilde Eylül ve Nisan ayları arasında gözükürler. Auroralar, doğudan batıya doğru dalgalanırlar ve yeryüzünden bakıldığı zaman taç, yay ve çizgi gibi şekillerde görünürler. Yalnızca uzaydan bakıldığı takdirde çember şeklindeki tüm bir aurorayı görmek mümkün olur.

    Auroralar Nasıl Oluşurlar?

    Bu muhteşem güzellikteki doğal ışık gösterisinin oluşumunda gözle görülemeyecek derecede küçük olan, aklı ve şuuru olmayan atomlar çok önemli bir rol üstlenmişlerdir.

    Auroralar, Güneş’ten saçılan yüklü parçacıklardan oluşan solar rüzgârlarının, Dünya’nın manyetik alan kuvvetiyle etkileşime girmesi sonucu ortaya çıkarlar. Güneş, saniyede yaklaşık olarak 300 ile 1200 km arası bir hızla etrafa saçtığı enerji yüklü parçacıklar (iyonlar) üretir. Bu parçacıkların bir araya gelmesiyle oluşan bulutlara plasma adı verilir. Güneş’ten gelen plasma akıntısına ise solar rüzgârı denir.

    Güneş’ten saatte yaklaşık olarak 1 milyon mil hızla uzaklaşan solar rüzgârlarının, manyetosfere girerek dünyanın manyetik alanı ile etkileşmesiyle bazı parçacıklar hapsedilir ve bu parçacıklar atmosferin dış kuşaklarından iyonosfere doğru inen manyetik gücün hatlarını takip ederler.

    Elektronlar, atmosferin üst katmanlarına girdiklerinde, yerkabuğunun yüzeyinden yaklaşık olarak 20 – 200 mil yukarıda oksijen ve nitrojen atomlarıyla karşılaşırlar.

    Yüksek enerjiyle desteklenmiş elektronlar kazanan atomlar, böylece kapasitelerinin çok üzerinde bir enerjiyle yüklenirler.

    Normal şartlar altında, bir atom veya molekül yüksek seviyede bir enerjiyle yüklendiğinde, bu enerjiyi diğer atomlara çarparak hızla kaybeder. Fakat molekül yoğunluğunun santimetreküp başına birkaç atom olduğu 80 ve 150 km arası yüksekliklerde, bir atomun enerjisini aktaracağı başka bir atoma rastlaması oldukça düşük bir olasılıktır.

    Etkileşim sonucu ortaya çıkan bu enerjiyi kaybetmenin bir diğer yolu ise ışığın soğurulmasıdır. Böylece atomlar yüklendikleri ekstra enerjiyi soğurarak gökyüzüne ışık olarak yayarlar. Bu da gökyüzündeki rengârenk doğal ışık gösterisinin ortaya çıkmasına sebep olur.

    Aurora’nın Renkleri Nasıl Belirlenir?

    Auroralar, renkli televizyonlardan gelen ışığa oldukça benzerlik gösterirler. Televizyonda, görüntü tüpündeki elektrik ve manyetik alanlar tarafından kontrol edilen elektron demetleri, ekrana çarpar ve ekranı kaplayan kimyasal fosforlu maddenin türüne göre onu parlatır. Aurora ışığında da ortaya çıkacak renk, yüklü parçacıklarla çarpışan atom ve moleküllerin türüne bağlıdır. Yüksek enlemlerde, yaklaşık 200 mil yukarıda bulunan oksijen atomları oldukça nadir bulunur ve tamamen kırmızı bir aurora oluştururlar. 60 mil seviyelerinde bulunan oksijen atomları ise en yaygın olarak görülen yeşil ve sarı renkleri oluştururlar. İyonize atom molekülleri mavi ve tonlarında, notral azot molekülleri ise kırmızı ve mor tonlarında ışık üretirler. Auroralar, ışık oluşturmak için ihtiyaçları olan yakıtı Güneş’ten atılan yüklü parçacıklar sayesinde karşılarlar. Güneş ne kadar aktifse, auroralar da o kadar fazla ve yoğun olurlar.

    Auroralar Neden Sadece Kutup Bölgelerinde Meydana Gelirler?

    Auroraların, kutuplarda meydana gelmesi, direkt olarak Dünya’nın manyetik alanıyla bağlantılıdır ve bu ışıkları da yönlendiren manyetik alan çizgileridir. Dünya, elips şeklinde bir mıknatıs gibidir ve bu nedenle çevresinde bir manyetik alana sahiptir. Dünya’nın manyetik alanı, Dünya’nın merkezine konulmuş çubuk şeklinde bir mıknatısın oluşturduğu bir manyetik alana benzer. Bu çubuğun ekseni Dünya’nın dönme ekseniyle 11 derecelik bir açı yapar. Bu da coğrafi Kuzey ve Güney Kutup noktalarının, manyetik Kuzey ve Güney Kutup noktalarından farklı yerlerde olmasını sağlar. Dünya’nın manyetik alanı, çok büyük bir elektrik akımının oluşturduğu etkiye benzer. Gezegenimizin çekirdeğinin hareketi nedeniyle sürekli yerleri değişen manyetik alan çizgileri, Güney Kutup bölgelerinden çıkıp, Kuzey Kutup bölgelerine giren ince çizgiler olarak da düşünülebilir. Farklı açılardan gelip tek bir noktaya giren manyetik alan çizgileri, ters koni benzeri bir şekil oluşturdukları için manyetik alan, yerden yükseldikçe zayıflar ve birkaç kilometre yukarıda Dünya’nın manyetik alanının etkisi sıfırlanır. Manyetik alanın sıfırlandığı kısımlarda, solar rüzgarlarının içindeki parçacıklar Dünya’ya ulaşabilirler. Auroralar da, yalnızca bu parçacıkların Dünya’ya ulaşabildikleri bölgelerde, yani Kutup dairelerinde görülürler. Dünya’nın manyetik alanının en büyük göreviyse, yeryüzünü Güneş’ten gelen solar rüzgarlarının yıkıcı etkilerinden koruyan bir kalkan görevi görmesidir. Yüce Allah, Dünya’yı koruduğunu, bir mucize olarak Kuran’da “…Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık)… (Fussilet Suresi, 12) ayetiyle haber vermiştir.

    Diğer Gezegenlerde Meydana Gelen Auroralar

    “Hubble Uzay Teleskobu”nun yaptığı gözlemler sonucunda Dünya dışında diğer gezegenlerde de auroraların oluştuğu saptanmıştır. Auroraların gözlemlendiği gezegenlerden olan Jüpiter ve Satürn’ün manyetik alanları, Dünya’nınkine göre çok daha güçlüdür. Jüpiter’de görülen auroralar, Dünya’da üretilenlerden yaklaşık bin kat daha fazla bir güce sahiptir. Dünya’daki auroraların oluşum sebebi solar rüzgârları iken, Jüpiter’deki auroraların kaynağı ise uydularıdır. Araştırmacılar, Io adlı uydunun üzerinden kopup saçılan materyallerin, Jüpiter’in manyetik alanı tarafından hapsedildiğini gözlemlemişlerdir. Jüpiter ve Satürn’ün yanı sıra araştırmacılar, Venüs ve Mars’ta da auroralar gözlemlemişlerdir. Kendine ait bir manyetik alanı olmayan Venüs’te oluşan auroralarsa parça parça, farklı çeşitlerde ve parlak bir renkte görülmektedir.

    Auroraların Yaşamımıza Etkileri

    Bilim adamları, auroraların sadece güzel bir gökyüzü gösterisi olmadığını aynı zamanda üzerinde yapılacak araştırmalarla, solar rüzgarlarını, bu rüzgarların atmosfere olan etkilerini ve auroralar tarafından üretilen bu yüksek enerjiden nasıl faydalı bir şekilde yararlanılabileceğinin de keşfedileceğini düşünmektedirler.

    Ancak auroraların güzel görüntüsü ve faydaları olabileceği gibi zararları da vardır. 1989 yılında Quebec şehrinde, auroraların oldukça yoğun olduğu bir gecede ortaya çıkan yüksek elektrik akımı, bölgedeki bir güç istasyonuna zarar vererek radyo sinyallerini ve haberleşmeyi bozmuş ve 9 milyon insanın elektriksiz ve iletişimsiz kalmasına sebep olmuştur. Aurora sırasında elektrik akımları 50.000 voltta 20.000.000 ampere ulaşabilirken evlerimizdeki akım 120 voltta 15-30 amperi aştığında akım, vericiler tarafından kesilmektedir.

    Auroralar Yüce Rabbimiz’in Üstün Kudretinin Bir Başka Delilidir

    Bizden milyonlarca ışık yılı uzaktaki gök cisimlerinin hareketlerinden Güneş’te meydana gelen olaylara, Dünya atmosferine giren ışınlardan yeryüzünün katmanlarında yaşanan gelişmelere kadar kainatta meydana gelen bütün olaylar Yüce Allah’ın kontrolünde ve O’nun dilemesiyle gerçekleşirler. Auroralar da üstün güç sahibi olan Yüce Rabbimiz’in herşeye güç yetirdiğini ve sonsuz ilmiyle herşeyi kuşattığını düşünmek için birer delil olarak yaratılmıştır. Bu büyük gerçeği düşünmek, Yüce Allah’a kul olan her insan için bir sorumluluktur. Rabbimiz bir ayette şöyle bildirmektedir:

    “Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için.” (Talak Suresi, 12)


    29 Ağustos 2010 Pazar

    Kristaller Doğadaki Eşsiz Birer Kusursuzluk Örneğidir


    3 cm’nin milyonda biri kadarlık bir kısımda oluşan, bir katı maddenin toz haline gelmiş en küçük zerreciklerinde bile varlığını sürdüren, muhteşem düzene sahip kristaller, yaşantımızın her yerindedir. Yeryüzünün bütün katı kabuğu, kusursuz düzendeki atomların oluşturduğu bir kristal yüzeydir. Dolayısıyla bir insanın ayak bastığı hemen her yerde, düzgün geometrik şekillerle birbirine bağlanan ve kesintisiz olarak ilerleyen üstün bir simetri ve estetik hakimdir. Bazı insanları yanıltan ise, bu üstün sanatı çıplak gözle göremiyor olmalarıdır.

    Kar taneleri, bir başka kristal mucizedir. Birbirleriyle gevşek bir şekilde bağlanarak bir kar tanesini meydana getiren kristaller, birbirlerinden öyle farklı geometrik şekillerde oluşurlar ki, birbirine benzeyen bir çift kar tanesinin meydana gelme ihtimali oldukça zordur. Her yıl karşılaştığımız kar miktarını düşündüğümüzde veya karın hiç eksilmediği kutup bölgelerini dikkate aldığımızda, Allah (cc)’ın sergilediği üstün sanatı çok daha iyi anlayabiliriz.

    Kar tanelerindeki farklı kristal yapının sebebi su molekülünün kendine has moleküler özelliğidir. Tüm su moleküllerinin yapısı temelde aynı olmasına rağmen bu moleküller bazen birbirinden farklılaşabilirler. Oluşan her 5000 su molekülünden birinde hidrojen atomu yerine bir doteryum atomu bulunabilir. Ve her 500 molekülün birinde 16 kütle numaralı oksijen yerine 18 kütle numaralı oksijen bulunabilmektedir. Bu farklılık, bir araya gelerek kristalleşen buzlar arasında bir kombinasyonun meydana gelmesine neden olur. Çünkü tek bir kar tanesinde 1018 su molekülü bulunmaktadır. Su moleküllerinin yukarıda anlattığımız farklılaşmaları nedeni ile tek bir kar tanesini meydana getiren moleküllerin 1015 tanesi diğerlerinden farklı olacaktır. Bu hesaba göre, iki kar tanesinin tamamen aynı düzenlemeye ve şekle sahip olması 1024'de bir ihtimaldir. Ve böyle bir ihtimalin, evrenin başlangıcından bu yana gerçekleşmiş olma olasılığı sıfırdır.


    Asıl dikkat çekici olan meydana gelen bu sonsuz çeşitlilikteki tüm kar tanelerinin mükemmel ve kusursuz bir simetriye sahip oluşlarıdır. Bir kar tanesi küçük bir toz tanesi etrafında oluşmaya başlar. Bu sadece birkaç mikron büyüklüğündedir. Meydana gelen bu mikroskobik şekil altıgendir ve bu yapı buzun kendi yapısından yani suyun moleküler özelliklerinden kaynaklanır. Oluşan bu kristal gitgide büyür ve köşelerinden itibaren küçük kollar oluşmaya başlar. Hava soğudukça bu kolların büyümesi biraz daha hızlanır. Hava değişimlerine maruz kaldıkça, oluşan bu yapı üzerinde kılcal uzantılar gelişir. Kar çevreye savruldukça ve değişik koşullara maruz kaldıkça bu yapılanma devam eder ve her koşula uygun farklı bir özellik kazanmaya başlar. Tek bir kar tanesindeki her kol aynı gelişmeyi yaşadığından bütün kollar birbirine benzer ve son derece kompleks bir yapı meydana gelir. Meydana gelen altıgenle bağlantılı olarak altının katlarına bağlı bir simetri oluşur ve kristal üç boyutlu yapısını kazanmış olur

    Kristal harikasının bir başka örneği de yeryüzünün herhangi bir yerinde bir canlı bedenine ulaşıp canlanabilmek için yüzlerce yıl bekleyen virüslerdir. Bu varlıklar, bir canlı hücresinin sıcaklığını ve nemini hissetmeden en ufak bir canlılık belirtisi göstermezler. Onların tek hücreli canlılar gibi organelleri yoktur. Sahip oldukları tek şey korunmalarına yardımcı olacak bir hücre zarı ve bir DNA’dır (bazı zamanlarda da bir RNA). Canlanıp faaliyet gösterebilmek için bir canlı hücresini kullanır ve onun imkanlarından faydalanırlar.



    Virüsler, bir hücre bulup içine yerleşene kadar ise, yeryüzünün herhangi bir yerinde, soğukta veya sıcakta, gökyüzünde veya toprak altında varlıklarını sürdürürler. Yok olup parçalanmamalarının, hayatta kalabilmelerinin tek nedeni ise sahip oldukları kristal yapıdır. Bu kristal yapı, bu canlıyı korur ve canlı tutarken, aynı zamanda mükemmel bir geometrik şekil ile onu sarar.

    Virüsler dışında diğer mikroorganizmalar da kristalleşirler. Kristalleşme yöntemi, mikro canlıların kendilerini korumak için kullandıkları mükemmel bir yöntemdir. Bakteri, alg gibi bazı mikroorganizmalar, şartların kendileri için zorlaştığı zamanlarda, nesillerini devam ettirebilmek için kristalleşerek bir çeşit kış uykusuna yatarlar ve kendileri için daha uygun şartlara sahip başka bölgelere gidene kadar bu şekilde kalırlar. Kristal yapı onların, bulundukları ortamda ve daha sonra yükselerek kış uykusuna yattıkları bulutların arasında karşılaşacakları zor koşullara karşı önemli bir korumadır.

    Atomların çeşitli şekillerde bir araya gelmeleri, elektronları çeşitli şekillerde paylaşmaları sonucunda oluşan kimyasal bağlar ve bunların meydana getirdiği kristal mükemmellik, oldukça önemli bir iman hakikatidir. Gözle görülmeyen moleküler seviyedeki bu mükemmellik, %99.9999’u boşluktan oluşan atomların Allah (cc)’ın dilemesiyle, tüm evreni kapsayan hiçbir kusur barındırmayan bir mükemmellik sergileyebileceklerini göstermektedir. Milyonlarca kilometrelik Dünya yüzeyi boyunca var olan her noktada, hatta tek bir noktanın binde birinde bile bu hatasızlık, bu üstün sanat devam etmektedir. Elimize aldığımızda eriyip giden, sahip olduğu moleküler yapının çoğu zaman farkında bile olmadığımız bir kar tanesi, eşsiz bir güzellik ve simetri sergileyen bir sanat eseridir. Bu gerçekler, iman edenlerin imanlarının artmasına vesile olan, inkar edenlerin şaşkınlık duymalarına ve inkarlarında şüphe oluşmasına sebep olan Allah (cc)’ın Yüce sanatı, üstün yaratma gücünün tecellisidir.

    İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Her şeyin Yaratıcısı'dır, öyleyse O'na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)

    “Yaratan, hiç yaratmayan gibi midir? Artık öğüt alıp düşünmez misiniz? Eğer Allah'ın nimetini saymaya kalkışacak olursanız, onu bir genelleme yaparak bile sayamazsınız. Gerçekten Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” (Nahl Suresi, 17-18)