tüycükler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tüycükler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2010 Perşembe

Kulaktaki Üstün Tasarım Yaratılış Gerçeğini İspat Eder

İşitme duyumuzun temeli olan iç kulak ve beyindeki işitme merkezimiz bir santimetreküpten yani bir kesme şekerden bile daha az yer kaplar. Buna rağmen öylesine muhteşem mekanizmaları barındırmaktadır ki, bunların tesadüflerle, plansız ve amaçsız bir şekilde var olmasına olanak yoktur.

İşitme sistemimiz, bir orkestranın enstrümanlarından kapı ziline kadar yüzbinlerce farklı sesi algılamamızı sağlar. Ses dalgalarını en mükemmel şekilde beyne iletecek şekilde var edilmiş bu organımız ile ilgili bazı detayları şöyle sıralayabiliriz:

1) Günlük yaşamda algıladığımız ses sinyalleri çevremizdeki cisimlere çarparak yankılanırlar. Örneğin sizinle konuşan ve piyano çalan arkadaşınızdan gelen sesler duvarda ve tavanda yankılanır. Beyin sapı bu sinyaller üzerindeki yankı etkisini denetime alır. Bu sayede karmaşık bir ses yığını yerine bizim için anlam ifade edecek net sesler duyarız. Böyle bir denetimin varlığının hiçbir hayali evrimsel mekanizma ile açıklanabilmesi mümkün değildir.

2) Her iki kulağımız arasındaki mesafe yaklaşık 20 cm.'dir. Bu nedenle başımızın bir yanından gelen bir ses diğer yandaki kulağa saniyenin beş binde üçü kadar bir gecikme ile ulaşır. Beynimizdeki bazı hücreler bu çok küçük farkı hemen algılayarak sesin hangi yönden geldiğini tam olarak hesaplarlar. Böyle bir özelliğin rastgele oluşması imkansızdır.

3) Kulağımızda biriken kir ve tozlar zamanla işitme kaybına yol açabilir. Ancak dış kulak yolundaki deri, merkezden dışa doğru göç ederek kendini tamamen yeniler. Bu şekilde göç ederek temizlenme özelliği, vücudumuzu kaplayan derinin tamamı içinde sadece dış kulak yoluna özeldir. Bu, açıkça bir şuurun, bilinçli bir tasarımın ürünüdür.

kulak_yapisi.jpgkulak_kemikler-uzengi-cekic-orsKulakta her biri özel olarak varedilmiş parçaların bir arada çalışması neticesinde duyma olayı gerçekleşmektedir. Bu parçalardan bir tekinin eksikliği, işitmeyi imkansız kılmaya yeterlidir. Sağda, kulağımızın içindeki kemikler birebir ölçüleriyle görülmektedir. Kulak gibi bir organın tesadüflerle meydana gelmesi mümkün değildir.

4) Kulak zarı çok şiddetli seslerde çok hızlı titreşir. Böyle titreşimlerden sonra ses kesilir kesilmez titreşimlerini çok çabuk durdurabilir. Kulak zarı sesin kesilmesinden sonra saniyenin binde dördü kadar bir sürede titreşmeyi durdurmasaydı, biz sesin kesilmesinden sonra bile olmayan sesleri algılamaya devam ederdik. Bu özelliğin kontrolsüz ve şuursuz tesadüfi olaylarla açıklanması imkansızdır.

5) Yüksek frekanslı seslerde vücudun en küçük kasları, işitmemizi sağlayan kemikçikleri saniyenin beşte biri kadar bir zamanda birbirinden ayırarak, iç kulağa giden ses şiddetini ayırırlar. Bu minik kaslar, her ses şiddetinde kasılıyor olsalardı, dış dünyadan gelen normal seslerin de şiddetini azaltmış olurlardı. Bu olağanüstülüğün rastgele oluşması mümkün değildir.

6) Sağlıklı bir biçimde işitebilmemiz için, orta kulaktaki hava basıncı ile, kulak zarının diğer tarafındaki, yani atmosferdeki hava basıncının eşit olması zorunludur. Bunun için orta kulak ile dış dünya arasında hava alış verişini sağlayarak basıncı dengeleyen bir "havalandırma kanalı" var edilmiştir. Bu bir tasarım gerektirir ve kesinlikle tesadüfen meydana gelemeyecek bir mucizedir.

7) Kulağımızın içindeki salyangoz adlı organ harekete duyarlı tüycüklerle doludur. Bu tüycükler ses dalgalarının etkisiyle titreşerek duymamızı sağlarlar. Bir tüycüğün işitme sinyali vermesi için bir milimetrenin 400 milyarda biri kadar hareket etmesi yeterlidir. Bu mekanizma ancak bilinçli bir tasarımla oluşabilir.

8) İşitmemizi sağlayan salyangozda yer alan Korti organında, vücudumuzdaki tüm dokularda rastlanan kan damarlarına rastlanmaz. Eğer kan damarları olsaydı, buradaki kan akımını, 'arka zemin' gürültüsü şeklinde duyardık. Hiç şüphesiz böyle bir ses, bizim için hiç dinmeyen bir uğultu şeklinde bir işkenceye dönüşürdü.

Bu saydığımız özellikler, kulağımızın yaratılmış mucizevi bir organ olduğunun en açık delillerindendir.

Tüm bu bilgiler, bizlere işitme organımızın kompleks ve kusursuz bir tasarıma sahip olduğunu göstermektedir. Duymanın gerçekleşebilmesi için birbirinden bağımsız çok sayıda parçanın eksiksiz ve kusursuz olarak var olması gerekmektedir.

Bunlardan biri, örneğin orta kulaktaki "çekiç" kemiği kulaktan çıkarılırsa ya da yapısı bozulursa, artık hiçbir şey duyulamaz. Kulağın duyması için dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, salyangoz, tüycükler gibi farklı elemanların her birinin eksiksiz olarak var olması gerekir. Sistem "aşama aşama" gelişemez, çünkü ara aşamaların hiçbiri tek başına bir işe yaramayacaktır.
Kulak gibi kompleks bir organın, evrim gibi bilinçsiz, tamamen tesadüflere dayalı bir süreç tarafından aşama aşama inşa edildiği iddiası, hem bilim hem de akıl dışıdır. Canlılardaki indirgenemez kompleksliğe sahip bu gibi organlar evrim teorisini tam anlamıyla yıkmaktadır. Ve bizlere, bizi ve diğer tüm canlıları Allah'ın yaratmış olduğu gerçeğini göstermektedir.
Duymayan, görmeyen, şuuru olmayan atomlar, saymakla bitmeyecek bu mucizeleri meydana getiremezler. Darwin’in ilah kabul ettiği tesadüf bütün bu mucizeleri yapmaya güç yetiremez.

O (Allah), sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz. O, sizi yeryüzünde yaratıp-türetendir ve hepiniz yalnızca O'na (döndürülüp) toplanacaksınız. (Müminun Suresi, 78-79)

İŞİTME SİSTEMİ VE KULAK MUCİZESİ

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Yarasaların Muhteşem Radarları



Yarasaların yön bulma özelliği, bilim adamları tarafından yürütülen bir dizi deneyle ortaya çıkarılmıştır. Yarasaların algılamalarındaki üstün yeteneği görmek için bu deneylere yakından bakalım.


Bu deneylerin ilkinde, yarasa tamamen karanlık bir odaya bırakılmış, aynı odanın bir ucuna ise yarasanın besini olan bir sinek yerleştirilmiştir. Bu andan itibaren odada olup bitenler, karanlıkta da görüş kabiliyeti olan kameralarla takip edilmiştir. Deneyde sinek havalanır havalanmaz yarasanın derhal harekete geçerek sineği avladığı görülmüştür. Bu deneyin sonunda yarasaların karanlıkta bile işleyen çok keskin bir algılama kabiliyeti olduğu sonucuna varılmıştır. Acaba yarasanın bu algılaması, işitme duyusundan mı, yoksa gece görüş sisteminden mi kaynaklanmaktadır?

Bu soruyu cevaplamak için ikinci bir deney daha yapılmıştır. Aynı odanın bir köşesine bir grup tırtıl bırakılarak üzerleri bir gazete sayfası ile örtülmüştür. Deneyde serbest kalan yarasa, hiç zaman kaybetmeden, yerdeki gazete sayfasını kaldırarak tırtılları yemiştir. Bu deney, yarasanın yön bulma yeteneğinin görme duyusuyla ilgili olmadığını göstermektedir.

Bilim adamları yarasalarla ilgili deneylerine devam ettiler. Yeni deney uzun bir koridorda gerçekleştirildi. Bu defa bir uca yarasa, diğer uca ise yem olarak bir grup kelebek yerleştirildi. Ancak bundan önce koridoru diklemesine kesen, birbirine paralel duvarlar yapıldı. Daha sonra da bu duvarların her birinin farklı bir noktasına da, ancak bir yarasanın geçebileceği kadar genişlikte birer delik açıldı. Ama delikler her duvarın farklı bir noktasındaydı. Yani yarasanın bu duvarları aşması için adeta "slalom" yarışı yapan kayakçılar gibi sürekli manevra yapması gerekiyordu.

Bu deneyde yarasanın zifiri karanlık olan koridorda, ilk duvara yaklaştığında doğrudan deliğe doğru hareket ederek buradan kolaylıkla geçtiği gözlemlenmiştir. Bundan sonraki her duvarda aynı şey tekrarlanmıştır. Yarasa duvara çarpmak bir yana, duvar yüzeyindeki deliği aramaya bile gerek duymamıştır. Son duvarı da rahatlıkla geçen yarasa, yakaladığı kelebeklerle karnını doyurmuştur.

Bu durum karşısında hayranlıklarını gizleyemeyen bilim adamları, yarasanın algılamasındaki hassasiyeti anlamak için son bir deney daha yapmaya karar vermişlerdir. Bu kez amaç yarasanın algı sınırlarını daha kesin bir şekilde belirlemekti. Yine uzun bir tünel hazırlanmıştır. Tünel boyunca 0,6 mm kalınlığındaki çelik teller tavandan yere inecek şekilde dağınık bir tarzda gerilmiştir. Bu defa yarasa, deneyi yapanları bir kez daha şaşırtarak, gerili tellerden hiçbirine takılmadan, tek seferde aralarından geçerek yolculuğunu başarıyla tamamlamıştır. Yarasanın bu başarısı, 0,6 mm kalınlığındaki telleri bile uzaktan algılayabildiğini göstermiştir.

Yarasanın bu muhteşem algılama yeteneği, sahip olduğu bir sonar sistemine bağlıdır. Yarasa, etrafındaki cisimleri algılamak için, yüksek titreşimli ses dalgaları yayar. İnsanlar tarafından duyulamayan bu dalgaların yankıları yarasa tarafından algılanır ve böylece hayvan, içinde bulunduğu ortamın bir tür "harita"sını çıkarır. Yarasanın havada uçan küçücük bir sineği algılaması, çıkardığı seslerin sineğe çarpıp geri dönmesiyle oluşan yankıya dayanmaktadır. (Harun Yahya, Doğadaki Tasarım)

Yarasanın sonarla yön bulması, yaydığı seslerin kendisine geri dönme süresini hesaplaması sayesinde mümkün olmaktadır. Yarasa tiz sesli çığlıklar atmakta ve kendisine gelen yankılara göre odanın şeklini tespit etmektedir. Yarasanın çığlığı oda zeminine çarpıp geri dönmekte, yarasa da bu gidip-gelme süresine göre zeminin uzaklığını anlamaktadır. Tırtıl ise, odanın zemini üzerinde 0,5 ya da 1 cm. kadar yükseklik oluşturur. Yani tırtıl yarasaya zeminin genelinden 0,5 ya da 1 cm. kadar daha yakındır. Ayrıca tırtıl çok yavaş olsa da hareket etmekte, bu da kendine çarpıp yansıyan dalgaların frekansını değiştirmektedir. Yarasa, bu ufak farkları bile algılayarak yerde bir tırtıl olduğunu anlayabilmektedir. Yarasa bu işi yaparken hareket halindedir. Yarasanın böylesine bir hesap yapabilmesi mucizevi bir davranıştır.

Fizik kurallarına göre, hareket halindeki bir cisme çarpan sesin frekansı değişir. Bu yüzden, yarasa kendisinden uzaklaşmakta olan bir sineğe doğru ses dalgaları yaydığında, dönen ses dalgaları yarasanın duyamayacağı bir aralığa düşecektir. Bu nedenle yarasanın hareketli cisimleri algılamada büyük zorluklar yaşaması gerekir.

Ancak yarasalarda durum böyle olmaz. Yarasa, bu kuralı önceden bilircesine, hareketli cisimlere doğru yolladığı ses dalgalarını ayarlamaktadır. Örneğin yarasa kendisinden uzaklaşan sineğe en yüksek frekanslı ses dalgasını yollar. Bunun nedeni ses geri döndüğünde duyamayacağı kadar düşük bir frekansa inmemesini sağlamaktır.

Yarasanın beyninde, sonar sistemini denetleyen iki farklı tipte sinir hücresi bulunmaktadır. Bunlardan biri yansıyan ultrasonu algılarken, diğeri bazı kaslara komut vererek yarasanın çığlığını oluşturmaktadır. Bu iki sinir hücresi beyinde eş güdümlü çalışmaktadır. Yarasanın çığlığı bulunduğu ortamın durumuna göre frekans değiştirir. Bu şekilde yarasanın ihtiyacına en uygun şekilde kullanılmış olur.

Yarasadaki sonar sistem son derece kompleks bir yapıdır. Sistemin çalışabilmesi için tüm ayrıntıların kusursuz bir şekilde var olması zorunludur. Bunun için, yarasanın aynı anda hem yüksek frekanslarda ses yayacak yapıya, hem bu sesleri algılayıp analiz edecek organlara, hem de hareket değişikliklerine göre frekans ayarlaması yapan sisteme sahip olması gerekir.

Bilim adamlarının uzun uğraşılar sonucu ortaya çıkarabildikleri yarasanın tüm bu özelliklerini yaratan alemlerin Rabbi olan Allah ' tır. Çevremizde gördüğümüz ve özelliklerini öğrendiğimiz bütün varlıklar bize Allah ' ın üstün yaratışındaki mükemmelliği göstermektedir. Allah ' ın kusursuz yaratışı Kuran ' da şu şekilde bildirilmiştir:

"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)

Yarasalardaki Sonar Sisteminden Esinlenerek Tasarlanan Gözlük Neden İnsan Gözünün Yerini Tutamıyor?

Gözlüğü kullanan görme özürlüler belli bir alışma süresinden sonra engellere çarpmadan yürüyebilmekte hatta bisiklete bile binebilmekteler. Ancak gözlüğün tasarımcıları bunun hiçbir zaman insan gözünün yerini tutamayacağının ya da yarasadaki kadar kullanışlı olmayacağını ifade etmektedirler.
(Harun Yahya)

Konusunda uzman insanların kopyasını bile yapmakta zorlandıkları bu kusursuz özelliklerin yarasada tesadüfen oluşmuş olması elbette ki imkansızdır. Burada unutulmaması gereken bir konu da özellik olarak adlandırdığımız tüm detayların aslında iç içe geçmiş birbiriyle bağlantılı kompleks sistemler olduklarıdır. Bu sistemlerin tek bir parçasının dahi eksik olması tüm sistemin işe yaramaz hale gelmesi demektir. Örneğin, yarasalar ses dalgalarını yaysalar ama yaydıkları dalgaları geri algılayıp değerlendiremeseler sonar sistemi diye bir sistem olmayacaktır. (Yaratılış Mucizesi)

Canlılardaki bu eksiksiz ve kusursuz yaratılışa bilim literatüründe "indirgenemez komplekslik" adı verilir. Yani daha basite indirgendiğinde anlamsız ve işlevsiz hale gelecek bir sistem... Canlı organizmaların tümünde ve tüm sistemlerinde var olan bu "indirgenemez komplekslik" özelliği evrim teorisinin 'basitten gelişmişe kademeli evrim' şeklindeki temel mantığını tamamen çürütmektedir. Çünkü, son haline gelmeden hiçbir işe yaramayacak bir sistemin milyonlarca yıl varlığını koruyup tamamlanmayı beklemesinin hiçbir mantığı yoktur. Bir canlı ancak bütün sistemleri eksiksiz olduğunda yaşamını ve neslini sürdürebilir. Sistemdeki parçaların zamanla sözde bir evrimle tamamlanmasını beklemek gibi bir lüks de yoktur. Bu da tüm canlıların yeryüzünde ilk olarak ortaya çıktıklarında şimdiki gelişmiş ve eksiksiz yapılarıyla yaratılmış olduklarının açık bir delilidir. “Ve hayvanları da yarattı…” (Nahl Suresi, 5) ayetiyle bildirildiği üzere hayvanları da diğer tüm canlılar gibi üstün bir yaratılışla Yüce Allah var etmiştir.

Görme Engelliler İçin Sonar Baston

Yarasalar görme engellilerin kullanımına sunulacak titreşimli bastonların üretimine ilham kaynağı oldu. Benzer esaslara göre çalışan uçak kumanda sistemlerinin geliştirilmesi de planlanıyor.

Oldukça hafif olan elektronik baston, insan kulağının algılayamayacağı frekansta (ultrasonik) ses dalgaları yayıyor ve üç metre çapındaki çevrede bulunan objeleri üç boyutlu olarak haritalandırıyor. Yol üzerinde bir engelle karşılaşıldığında baston bunları algılıyor ve tutamak kısmındaki düğmelerin titreşmelerini sağlayarak görme engelli sahibini uyarıyor. Ürünün tasarımı, Leeds Üniversitesi’nde görevli araştırmacı ve yarasa uzmanı olan Dean Waters’a ait. Water, şu ana kadar yaklaşık 25 görme engelli insan üzerinde test edilen bastonun oldukça başarılı bulunduğunu belirtiyor. (Joanne Baker, “Sonar cane helps blind navigate”, Nature Science Update, 9 Eylül 2003)

Baston saniyede 60,000 ses titreşimi yayıyor ve geri dönen yankıları algılıyor. Baston üzerindeki düğmeler de görme engelli kullanıcının ultrasonik yansımaların kuvvetini ‘hissetmesini’sağlıyor. Hızlı ve kuvvetli bir sinyal objenin yakında olduğu anlamına geliyor. (Joanne Baker, ibid.)

Bir zoolog olan Waters, çalışmalarına ilgi çekebilmek için İngiltere’nin Manchester şehri yakınındaki Salford’da gerçekleştirilen bilim festivalinde ilginç bir gösteri sundu. Bu gösteride yarasa sonarını insan kulağına adapte eden bir yer tespit sistemi, insanlarca sanal gerçeklik ortamında objelerin yerini belirlemede kullanıldı. Bundaki fikir ise savaş uçağı pilotları için bazı kontrol sistemlerini işitme duyularıyla kumanda etmelerini mümkün kılabilecek sistemler geliştirmek. Pilotlar böylece gözlerini başka işler için serbest bırakabilecekler.

“Araba kullanırken hız göstergesine ve yola aynı anda bakamazsınız” diyor Waters. “Ama aynı esnada radyo dinleyebilirsiniz.” (Emily Singer, "Bat echoes used as virtual reality guide", 14 Eylül 2003, NewScientist.com haber servisi)

Waters, insanlar yarasadaki yüksek frekanslı ses dalgalarını üretemedikleri için, yarasa yer tespiti sesleri yollayan ve bunların frekansını insanın duyma aralığına indirgeyen bir sanal sistem geliştirdi. Kulaklık taktığı insanları bir odaya soktu ve onlardan sadece yer tespit seslerini kullanarak sanal bir böceği avlamalarını istedi. İnsanlar hedeflerini yarasa sesleriyle bulmada, stereo gibi bir ses kaynağını bulmada olduğundan daha başarılı oldular. Bu farklılık, yarasa çığlıklarının üç boyutlu ortamın sese dayalı bir haritasını çıkarmada özellikle daha iyi olmasından kaynaklanıyor.

Çığlıklar kısa olduğu için yankı keskin bir şekilde dönüyor. Bunlar aynı zamanda genişbant yapısındalar, yani hem yüksek hem de düşük frekanslarda bilgi içeriyorlar; Böylece yarasalar sesin yerini daha etkili bir şekilde belirleyebiliyor. Ayrıca yarasalar hedeflerine yaklaştıkları sırada seslerini dinamik olarak değiştiriyorlar, bir objeye yaklaştıklarında daha kısa çığlıklar kullanıyorlar.

Hem sonar baston hem de sanal yer tespit sistemi, kaynağını yarasalardaki bu üstün avlanma sisteminden alıyor. Bu durum şüphesiz, yarasalarda mükemmel çalışan bir tasarım bulunduğunun ve bunun en son teknolojiye ilham kaynağı olacak kadar üstün olduğunun da bir göstergesi.

Sonar bastona baktığımızda bunun belli bir amaca yönelik olarak tasarlandığını anlarız. Belli parçaların, ses yayacak ve bunların yankılarını algılayıp cisimlerin yerlerini belirleyebilecek şekilde özel olarak birleştirildiğini görürürüz. Bu özellikler, sonar bastona ilham kaynağı olan yarasada aynen mevcuttur. Yarasa sonarı, geceleri avlanan ve etrafını göremeyen bu canlıya avının yerini tespit etmede fayda sağlayan ve kulak, beyin gibi organların koordinasyonuyla çalışan mükemmel bir organdır. Mühendisler yarasadaki sonarı örnek aldıkları halde yarasa bunu başka canlılardan örnek alıp kendi vücudunda geliştirmiş değildir. Sonar bastondakinden çok daha karmaşık bir tasarıma sahip olan bu organın bilinçli olarak tasarlandığı açık bir gerçektir. Allah yarasayı örnek edinmeksizin yaratmıştır. Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:

“Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117)

Karanlıkta Yön Bulan Yarasaların Diğer Sırrı: Algılayıcı Hücreler

Yarasaların gece karanlığında ses dalgalarını kullanarak yön bulmalarını sağlayan mükemmel bir sonar sistemine sahip olduğu uzun zamandır biliniyordu. Ancak bilim adamları son olarak yarasanın yön bulma sisteminin sadece ses dalgalarını yayan ve yansıyan dalgaları algılayan harika bir yapıdan ibaret olmadığını keşfettiler. Yarasalar yön bulmak için aynı zamanda hassas algılayıcılar kullanıyorlardı.

Bilim adamları yaptıkları araştırmalar sonucunda yarasaların karanlıkta dahi kusursuz işleyen yön bulma yeteneğinin yalnızca sahip olduğu sonar sisteme bağlı olduğunu düşünüyorlardı. Oysa yapılan son çalışmalar da göstermiştir ki; yarasaların yön bulma sistemini destekleyen çok sayıda hassas algılayıcıları da bulunmaktadır.

Yetenekli Merkel Hücreleri

Yarasanın derisinin üst kısmında küçük tepecikler oluşturan tüylü Merkel hücreleri, algılayıcı görevi görüyor. Yarasaların sahip olduğu bu algılayıcılar hava akımlarının yarattığı değişimlere karşı oldukça hassaslar. Bunu ilk ortaya koyan kişi ise Amerika'daki Ohio Üniversitesi'nde nörobiyolog olan John Zook olmuştur.

Zook, Merkel hücrelerinin işlevini anlamak için, bir yarasanın kanatlarındaki tüyleri bir krem ile dökmeyi başardı. Sonra da hayvanı serbest bırakarak uçuşundaki değişiklikleri gözlemledi.

Sonuç oldukça dikkat çekiciydi: Normalde oldukça rahat bir şekilde uçan yarasa, tüyleri alındığında irtifasını korumada güçlüklerle karşılaştı.

Merkel Hücrelerinin Yarasalar İcin Önemi Nedir?

Merkel hücreleri uçuş sırasında yarasanın kanadının üzerinden geçen havaya karşı son derece duyarlıdır. Uçuş sırasında oluşan türbülanslar (Rüzgarın beklenen hızından farklı bir biçimde ve beklenmeyen yönlerden gelen şiddetli hava akımı) tüycükleri uyarır. Tüycüklerdeki bu uyarılar ise, uçuş sırasında kanat pozisyonu ya da kıvrımları doğru hale getirerek yarasanın aerodinamik açıdan doğru bir pozisyon almasında kullanılır. Yarasa böylece havada hız kaybedip bocalamaktan kurtulmuş olur.

Her Algılayıcı Hücrenin İşlevi Aynı mıdır?

Zook yaptığı deneylerde kanat üzerinde farklı bölgelerdeki tüylerin farklı görevler üstlendiklerini de tespit etti: Kanatların uç kısımlarındaki tüyler, yarasanın uçuş dengesini kontrol altında tutmasını sağlıyor. Bu tüyler döküldüğünde uçuş sırasında hayvan sürekli yukarıya doğru ilerleme eğilimi gösteriyor.

Kanatların zara benzeyen kısımlarındaki algılayıcı hücreler ise farklı işlevlere sahip. Zook yaptığı bir deneyde bu algılayıcıların avlanma sırasında özel bir görev üslendiklerini doğrudan gözlemledi: Kanat gerildiğinde buralardaki algılayıcılar hemen sinirsel bir tepki veriyorlar. Yarasa gerilmeye duyarlı hücrelerin bulunduğu bu alanları daha çok avını yakaladığında kullanıyor.

Algılayıcılar ve Sonar Sistemi Evrimcileri Çaresiz Bırakıyor

Evrimcilerin yarasadaki sonar ve onu destekleyen uçuş sistemini tesadüflerle açıklama çabalarının tamamen sonuçsuz kaldığı açıktır. Tüycüklerin tüm ayrıntılarıyla kusursuz olarak var olması zorunludur. Tüycükler kanatların anlık pozisyonlarını haber vermeli, kanatları hareket ettiren kaslarla ve sonar sistemle uyumlu bir iş birliği kurmalıdırlar. Görüldüğü gibi yarasanın sonarı, tüycükler ve kanatlar birbirinden ayrılamayacak bir bütünlük içinde olmalıdır ki yarasanın uçuş sistemi işlevini yerine getirebilsin. Bu durum evrimcilerin kademeli evrim iddialarını geçersiz kılmak için yeterlidir. Elbette ki tüm bunlar rastlantılarla açıklanamaz. Yüce Allah yarasayı ve onun uçuş sistemini kusursuz bir biçimde yaratmıştır. Rabbimiz'in yaratma ilmi Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

“Eğer kesin bir bilgiyle inanıyorsanız (Allah), göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O'ndan başka İlah yoktur; diriltir ve öldürür. Sizin de Rabbinizdir, geçmiş atalarınızın da Rabbidir.” (Duhan Suresi, 7-8)


Yarasa


Dönem: Senozoik zaman, Eosen dönemi
Yaş: 54 - 37 milyon yıl
Bölge: Messel Oluşumu, Almanya

Milyonlarca yıllık yarasa fosilleri canlıların evrim geçirdiği iddiasını reddetmektedir. Bu fosillerin gösterdiği gerçek, canlıları Allah'ın yarattığıdır.