Canlılar yaşamlarını                sürdürebilmek için oksijen ve karbondioksite ihtiyaç duydukları                gibi büyüyebilmek için de azota (N2) ihtiyaç duyarlar. Azot, canlı                vücudunda özellikle nükleik asitlerin, proteinlerin ve vitaminlerin                yapısında %15 oranında bulunmaktadır. Yani hayatın temel taşlarından                birini teşkil eder. Atmosferin de yaklaşık %78'i azot gazından oluşur.                Ancak canlılar havadaki bu azotu, ihtiyaçları olmasına rağmen olduğu                gibi bünyelerine alamazlar.
 Rhizobium gibi bakteriler, kök düğümlerinde leghaemoglobin gibi                    oksijen tüketen moleküllere sahiptirler.
                   Rhizobium gibi bakteriler, kök düğümlerinde leghaemoglobin gibi                    oksijen tüketen moleküllere sahiptirler. Bu gazın bir şekilde canlıların kullanabileceği hale dönüştürülmesi                ve tükenmemesi için bir döngü şeklinde atmosfere geri dönmesi gerekmektedir.                Bu gereksinim ise yine mikroskobik bakteriler tarafından karşılanır.             
Azotu, yani nitrojeni, havadan ilk olarak alması gereken canlılar                bitkilerdir. Bitkiler azotu gaz şeklinde kullanamazlar. Azot, nitrit                bakterileri tarafından nitrite, nitrit ise nitrat bakterileri tarafından                nitratlara dönüştürülerek bitkiler tarafından kullanılabilir hale                getirilir. Peki bu döngü nasıl başlar? 
             Azot Döngüsü
             Azot, çeşitli şekillerde yeryüzüne ulaşır. Atmosferdeki azot, şimşek                ve yıldırım gibi olaylar sonucunda yeryüzüne yağmurlarla nitrik                asit şeklinde döner. Nitrik asit toprakta bakteriler tarafından                nitratlara dönüştürülür ve bitki bu besini topraktan alabilir. 
             Bir başka döngü şekli de havadaki azotun doğrudan toprağa alınmasıdır.                Toprakta bulunan bazı bakterilerle bezelye ve fasulye gibi baklagillerin                köklerinde bulunan bakteriler, havadaki azot gazını toprağın içine                alırlar. Bu aşamada, üstün bir tasarımla karşı karşıya kalırız.                Bütün organizmaların gelişiminde en önemli mineral azottur (nitrojen).                Proteinler, nükleik asit ve diğer hücre organellerinin büyük bir                kısmı bu maddeye muhtaçtır. Büyümek için azota ihtiyaç duyan bitkiler                ve bu ihtiyacı karşılayan bakteriler arasında, dünyanın en faydalı                ortaklıklarından biri kurulur. Bitkiler, köklerinden, bakterileri kendilerime               çekmek için özel besinler salgılar ve onları kendilerine yaklaştırırlar.                Daha sonra bakteriler, köklerde ortaya çıkan özel açıklıklardan                içeri girerek, bitki köküne yerleşir ve burada büyük miktarlarda                çoğalarak kök düğümlerini oluştururlar. Bugün yediğimiz sebzelerin,                bitkilerin, tahılların büyük bir kısmını ve ekolojik dengenin sağlanması                için gerekli olan azot döngüsünü, bu ortaklığa borçluyuz.
                         
             Evrimcilerin basit olarak nitelendirdiği bakteriler azot döngüsünü                gerçekleştirirken, fotosentezde olduğu gibi, canlı bir kimya laboratuvarı                olarak çalışırlar ve kimya bilimine yakın olmayanlar için fazla                anlam taşımayan karmaşık kimyasal reaksiyonları ilk yaratıldıkları                günden itibaren hiç durmadan gerçekleştirirler. Aşağıda kimyasal                terimlerle özetlenmiş olan azot sabitleme reaksiyonunu çözebilmek                bile bilim adamları için büyük bir başarı olmuştur.
             N2 + 8H+ + 8e- + 16 ATP = 2NH3+ H2                + 16ADP + 16 Pi
                                              |  Resimlerde görülen sülfür bakterileri ve ortada görülen bezelye                    bitkisi bakterisi Rhizobium, azot döngüsünü gerçekleştirmek                    için adeta oldukça kapsamlı bir laboratuvara sahiptirler.
 | 
             
             Ayrıca bu reaksiyonun gerçekleşebilmesi için, fotosentez, solunum                veya fermantasyon gibi ikinci bir destek reaksiyonunun varlığı zorunludur.                Çoğu insanın kafasını karıştıran bu formüller, bakteriler için sıradan,                günlük bir çalışmadır. Elbette bu kimyasal işlemleri yapmak için,                özel bir kimya eğitiminden geçmemişlerdir. Dünyaya gelen her yeni                bakteri, ancak özel olarak tasarlanmış bir kimya laboratuvarına                ve özel olarak eğitilmiş bir kimyacıya ait olabilecek malzeme ve                bilgiyle donatılmış olarak görevine başlar. Ayrıca bu işlemler sadece                bitki kökleriyle sınırlı değildir. Bu konuda da büyük bir çeşitlilik                ve alternatif yapı mevcuttur. Azotobakteri, Beijerinckia, Klebsiella,                siyanobakteri, Klostridium, Desulfovibrio, Mor sülfür bakteri, Mor                sülfür olmayan bakteri, Yeşil sülfür bakteri, Rhizobium Frankia,                Azospirillum ve daha birçoğu, çok ayrı yerlerde ve çok farklı yapılarda                olmalarına rağmen, aynı reaksiyonu, aynı bilgi ve programla, mükemmel                bir şekilde gerçekleştirirler. Ayrıca bu bakteriler, kendi içlerinde                de, farklı sistemler ve reaksiyonlarla, hiç de basit olmayan yapılar                sergilerler. 
             Örneğin bakterilerin bu reaksiyon sırasında kullandıkları, nitrojenaz                enzim kompleksi, oksijene karşı aşırı duyarlıdır. Oksijene maruz                kaldığında aktivitesi durur, bu yüzden proteinlerin demir bileşikleriyle                reaksiyona girer. Aslında oksijensiz olarak yaşayabilen (anaerobik)                bakteriler için bir sorun yoktur, ama aynı zamanda fotosentez yaparak,                oksijen üreten siyanobakteri gibi bakteriler ve toprakta serbest                şekilde yaşayan Azotobakteri gibi bakteriler için bu büyük bir sorun                içerir. Ancak bu bakteriler, bu soruna karşı, çeşitli mekanizmalarla                donatılmışlardır. Örneğin Azotobakteri türleri, bütün organizmalar                içinde bilinen en yüksek solunum oranına sahip metabolizmalarıyla,                hücrelerinde çok düşük seviyede oksijen tutarak, enzimi korumaya                alırlar. Ayrıca Azotobakteri türleri, çok yüksek miktarda hücre                dışı polisakkarit (çoklu şekerden oluşan ve daha çok nişasta gibi                bileşikler ve hücre duvarı oluşturmakta kullanılan kimyasal bir                birleşik) üretirler. Bu bileşiklerin oluşturduğu yapışkan sıvının                içinde su muhafaza eden bakteriler, hücre içinde oksijen yayılma                oranını sınırlandırırlar. Bitki köklerinde azot sabitleyen Rhizobium                gibi bakteriler ise, kök düğümlerinde leghaemoglobin gibi oksijen                tüketen moleküllere sahiptirler. Leghaemoglobin, memelilerdeki hemoglobin                ile aynı görevi görmekte ve düğüm dokularının oksijen sağlamasını                düzenlemektedir. Burada ilginç olan, leghaemoglobin'in, sadece kök                düğümlerinde bulunması ve sadece bitki-bakteri ortaklığı kurulduğu                zaman üretilmesidir. Tek başına yaşayan bakteriler veya bakterisiz                yaşayan bitkiler bu maddeyi üretmezler.
                                              |  Bakteriler sayesinde bitkilere ulaşan azot, bitkileri besin                    olarak kullanan insanlara ve hayvanlara da ulaşmaktadır. Dolayısıyla,                    canlılığın bu en temel ihtiyaçlarından biri, bakterilerin bu                    önemli işlevi sayesinde sağlanmaktadır.
 | 
             
             Azot döngüsünü sağlamakla görevli olan nitrojenaz enzimi, oksijene                maruz kaldığında parçalanır. O halde, oksijenin bu enzime ulaşmasını                engelleyen sistemler ve bunları üreten organizmalar, bu enzimle                aynı anda ortaya çıkmış olmalıdırlar. Aksi halde nitrojenaz enzimi                oluştuğu an, oksjien tarafından parçalanacaktır. Evrim teorisi ise                bunu kabul edemez, çünkü evrime göre organizmalar ancak kademeli                mutasyonlarla oluşabilirler. Yani bu teoriye göre ya nitrojenaz                enzimi ya da oksijen tüketen sistemler önce oluşmuştur. Bu sıralama                ise hiçbir sistemin oluşmasına izin vermeyen bir mantıksızlık içermektedir.                Ortada nitrojenaz enzimi yokken, oksijeni kontrol eden sistemin                hiçbir anlamı yoktur. 
             Sonuç olarak, bu bakterilerin ölümü ve parçalanması ile amonyak                açığa çıkar. Aynı zamanda hayvan ve bitki kalıntılarındaki proteinler                de saprofit bakteriler tarafından ayrıştırılarak amonyağa dönüştürülür.                Toprak içinde bu şekilde oluşan amonyak, aynı şekilde nitrit bakterileri                tarafından nitrite, nitrit de nitrat bakterileri tarafından nitrata                dönüştürülmektedir. Bu olaya nitrifikasyon denir ve böylece azot                döngüsü tamamlanmış olur. Nitrat, artık azotun bitkilerin alabileceği                şeklidir. Bitkilere ulaşan bu azot, bitkileri besin olarak kullanan                insanlara ve hayvanlara da ulaşmaktadır. Dolayısıyla tüm canlılığın                ihtiyacı bu yolla karşılanmış olur. 
             Bilim adamları bakterilerin becerilerini çözmek                için uğraşıyor
              Nitrojen kullanarak,                suni yoldan gübre elde etmek, en büyük sanayi dallarından birini                ortaya çıkartmıştır. Bu tehlikeli ve karmaşık işlem sırasında yanıcı                hidrojen, çok yüksek basınçla ısıtılır. Kimya fabrikaları bu masraflı                ve tehlikeli işe büyük bir emek harcarken, bakteriler, aynı işlemi                oda sıcaklığında ve normal basınçla hiç masrafsız olarak yapmaktadırlar.                Son zamanlarda bazı araştırmacılar, bakterilerin bu büyük becerilerinin                sırrını kısmen de olsa çözdüklerini düşünmektedirler.
Nitrojen kullanarak,                suni yoldan gübre elde etmek, en büyük sanayi dallarından birini                ortaya çıkartmıştır. Bu tehlikeli ve karmaşık işlem sırasında yanıcı                hidrojen, çok yüksek basınçla ısıtılır. Kimya fabrikaları bu masraflı                ve tehlikeli işe büyük bir emek harcarken, bakteriler, aynı işlemi                oda sıcaklığında ve normal basınçla hiç masrafsız olarak yapmaktadırlar.                Son zamanlarda bazı araştırmacılar, bakterilerin bu büyük becerilerinin                sırrını kısmen de olsa çözdüklerini düşünmektedirler.
             Diğer bir grup bilim adamı da, geleceğin temiz ve ucuz yakıtı olacak                olan hidrojenin üretimi için bakterileri örnek almaktadırlar. 8                Ekim 2001 tarihinde Nature dergisinde çıkan bir makaleye göre, bilim                adamları ucuz asitleri hidrojene çeviren bakteri enzimlerini taklit                ederek büyük bir kaynak oluşturmayı düşünmektedirler. Diğer yakıtların                aksine hidrojen, çevreye zarar vermemektedir. Illinois Üniversitesi'ne                bağlı araştırma ekibinden Thomas Rauchfuss ve arkadaşları bakterilerin                bu gizli formüllerini kopya edip kullanabileceklerini düşünmektedirler.
             Bu bakteriler, asitlerden hidrojen üretebilen, hidrojenaz adlı                enzimlere sahiptirler. Bilim adamları bu mükemmel mekanizmayı taklit                edebilecek sistemler üretmek için yoğun çabalar yürütmektedirler.                Aynı şekilde, bakterilerin fotosentez işlemini taklit etmek için                yıllardır uğraşan bilim adamları da, henüz bir başarı elde edememişlerdir.                Evrimcilerin ilkel olarak gördükleri bakteriler, günümüz teknolojisinin                bütün imkanlarına rağmen taklit edilemeyen kompleks sistemleriyle,                dünyadaki yaşamın geleceğini garanti altına alacak sırlara milyarlarca                yıldır sahiptirler. Bunun nedeni üstün bir aklın sahibi olan Allah'ın                kusursuz eserleri olmalarıdır. Allah, hayranlık uyandırıcı sanatını                insanların görebilmeleri, görüp üzerinde düşünebilmeleri için böyle                ihtişamlı şekilde sergilemektedir. 
             Bakterilerin gerçekleştirdiği bütün bu azot döngüsünün temelinde                şu gerçek vardır: Bitkilerin ve dolayısıyla yeryüzünde yaşayan diğer                canlıların varlıklarını sürdürebilmeleri için yaşamlarında kimyasal                dönüşüm gerçekleştirecek bakterilerin olması gerekmektedir. Eğer                topraktan kaybedilen nitrojen hemen yerine konulmazsa, hayat kısa                bir süre sonra sona erecektir. Bakterilerin gerçekleştirdiği bu                işlem ile her yıl toprağa 50 ton nitrojen eklenmektedir. Tüm organizmalar                enerji elde edebilmek için dolaylı veya dolaysız fotosenteze bağımlı                olduklarından, fotosentez işleminin gerçekleşmesi için gereken en                temel unsura, yani nitrojene de muhtaçtırlar.
             Bu örnekler bize açık bir mesaj vermektedir. İnsanların ve diğer                canlıların beslenmesi için nitrojenin belirli bir forma dönüşmesi                gerekmektedir. Bu dönüşüm bütün dünyayı kaplayacak bir yaygınlıkta                ve sistemin riske girmesini önleyecek kadar çok çeşitlilikte olmalıdır.                Bu çeşitlilik için de aynı sistem farklı tasarımlarla desteklenmelidir.                Bu ihtiyaçlar, doğada gördüğümüz sistemle karşılaştırıldığında,                karşımıza, kör tesadüflerle oluşmuş, kusurlu bir yapı değil, tüm                ayrıntılarına kadar hassas bir şekilde tasarlanmış ve yaratılmış,                amaçlı bir sistem çıkar. Bu sistemde, ana rolü üstlenmiş olan bakteriler                ise, tesadüfi bir evrimin sonucu ortaya çıkmış ilkel formlar değil,                bu işe en uygun şekilde özel olarak yaratılmış canlı makinelerdir.
             Bu aşamada, evrimciler, köhnemiş ideolojilerin etkisi altında hayali                senaryolar kurgulamak yerine, bu tür kompleks tasarımların ve çeşitliliğin,                bir anda ve son derece gelişmiş bilgi donanımıyla, nasıl ortaya                çıktığına dair bilimsel cevaplar vermelidirler. Ancak böyle bir                cevabı hiçbir zaman verememişlerdir. Buna rağmen iddialarını sürdürmeleri                ise son derece şaşırtıcıdır. Allah bu tür insanlar için Kuran'da                şöyle bildirmektedir:
                             Şimdi onlara sor: Yaratılış bakımından onlar                  mı daha zorlu, yoksa Bizim yarattıklarımız mı? Doğrusu Biz onları,                  cıvık-yapışkan bir çamurdan yarattık. Hayır, sen (bu muhteşem                  yaratışa ve onların inkarına) şaşırdın kaldın; onlar ise alay                  edip duruyorlar. (Saffat Suresi, 11-12)